Üniversiteler, rutin dersleri veren, genç nüfus istihdamını geciktiren veya hayatın içinde yaşanması gereken zorunlu bir aşama veya diploma dağıtan adresler olarak görülmemelidir. Tam aksine, üniversitelerin başkaca ve daha temel görevleri vardır: Ülkenin eğitimden hukuka, ekonomiden dış politikaya kadar genel politikalarının belirlenmesi için gereken fikri desteği ve altyapıyı sağlamak; ülkenin akademik, sosyal ve kültürel seviyesine katkı vermek; ülkeye alanında yetişmiş vasıflı insan yetiştirmek; ülkenin küresel rekabet için gerekli her alanında düşünce ve pratik araçlar üreterek destek sağlamak gibi ciddi görevlerinin olduğu unutulmamalıdır. Bütün bu görevler, ideal akademik ortamların kurulmasıyla kendiliğinden oluşur ve meyvelerini verir. Dünyada “üniversite” kavramından anlaşılan “üç aşağı beş yukarı” zaten budur.
Bugün üniversitelerin genelinde görmeye alışılan ve dışarıdan farkına varılmayan düşük kaliteli ortamın düzeltilmesi için ciddi bir plan ve mücadele gerekiyor.
Türkiye’nin akademik başarılarıyla Dünya gündemine gelmesi için yeterli insan kaynağı, maddi kaynakları ve organizasyon yeteneği vardır. İnsan kaynağı ve maddi kaynaklar yerli yerinde kullanılmadıkça organizasyon yeteneğinin de kendisini göstermesi beklenemez. Durumu düzeltmek ve ilerlemek için atılması gereken adımlar kimse için sır da değil.
İşin bir yanından bakarsak, Üniversitelerimiz bütçe dengelemeleriyle boğuşan, incir çekirdeğini doldurmayacak üniversite bürokrasisi çekişmeleriyle zaman kaybeden, kurucularla akademi arasındaki beklenti farklılıkları, yanlış anlamalar ve yetki problemleri dolayısıyla verimli çalışamayan kalburüstü insanların toplandığı depolara dönüşmüş durumda. Diğer yandan bakıldığında ise ülkemizde üniversitelerin dünyadaki emsallerine oranla daha az değer görmesinin haklı sebepleri de yok değil. Üniversitelerin birçoğunda, birbirinin sebep-sonucunu oluşturan sıralı problemler bir kısırdöngü sarmalı halinde günlük ve paliyatif tedbirlerle çözülmeye çalışılıyor. Problemlerin büyük bir kısmı, çözüme odaklanan irade ve kararlılığın ortaya konulmaması ile ilgili.
Doğru noktadan başlanılmadıkça üniversiteler -istisnalar dışında- kendi problemleriyle boğuşan mekânlardan öteye geçemeyecek ve alınan her önlem gündelik kalacak. Her zaman vurgu yaptığım gibi “liyakat” ve “ehliyet” çağdaş yönetimin esaslarından ve aynı zamanda Allah’ın açık emirlerinden. Her alanda olduğu gibi üniversiteler için de üst düzey yöneticilerden başlayarak operasyonel idari görevlerde, işinin erbabı/profesyonelleşmiş ehliyetli insanların istihdamı şart.
Ülkemizde üniversite tarihi 1000 yıl geriye götürülebilse de bir Üniversite geleneğimizin olmadığını; elde kalan kırık dökük parçaların ise hızla yok olduğunu ve yerine ikame edilemediğini görüyoruz. Geleneğin olmadığı yerde kalıcılık ve derinlik olmaz, tam aksine sığlık ve geçicilik hâkim olur.
Akademik ortamın gerekleri, üslubu ve işleyişi, sahada birkaç ayda öğrenilecek basit işler olarak görülürse hata edilir. Akademik geleneklerin korunması, ihtisasa (uzmanlık) değer verilmesi, barışçıl ve güven veren akademik çalışma ortamlarının oluşması “gerçek üniversite”nin önşartlarındandır.
Üniversiteler, beş yılda bir hazırladıkları stratejik planlarını gerçekçi bir zeminde oluşturmalı, icra etmelidir. Bu “vaad belgesi”nin öğrenci, veli, kurucular ve YÖK nezdinde izlenip hesabının tutulacağı bir ortam kurulmalıdır. Üniversitenin misyon ve vizyonlarını halka duyurduklarında veya tanıtım günlerinde verdikleri vaatler dolayısıyla hukuki sorumluluklarının izlenmemesi, ülkenin hukuk sistemi ve toplumun seviyesi ile de ilgili diğer bir meseledir.
Her şeyden önce üretmeyen üniversite, kaynakları ve ümitleri tüketen ve zaman kaybı oluşturan bir bekleme salonu olur. Üniversitelerin öncelikleri arasına, iyi yetişmiş akademik personelin teminiyle üniversiteye yayın, patent, inovasyon, bilgi, tecrübe ve görgü aktarımını merkeze almak olmalıdır. Bu tercih, gerekli zeminin ilk basamaklarındandır.
Üniversite bütçesinden akademik teşvikler için önemli bir pay ayrılması gerekse de, bunun bir ulufe/hediye dağıtmaya dönüşmemesi ve teşviklerin üretim amacına ulaşıp ulaşmadığının sıkı denetiminin sağlanması elzemdir.
Aynı durum turistik mekanlarda yapılan ve artık bir kısmı açıkça kongre turizmine dönüşen yüksek bütçeli ve “kerameti kendinden menkul” sözde sempozyum ve kongreler için de geçerlidir. Turistik gezilerde sunulan ve denetimi olmayan bazı içi boş yayınlar teşvik görmek bir yana, ilgililerin özgeçmişlerinde yer alması bile yadırganmalıdır.
Her akademik çalışmanın bir öneri, yenilik, yayın, inovasyon, buluş/patent gibi çıktılarının olması aranmalı ve denetlenmelidir. Akademik dünyaya, teknolojiye, hayata, topluma, insana dair bir öneri ve katkı sunmayan, en azından onlara zemin hazırlamayan çalışmaların “akademik” olduğu da su götürür.
Yeniliğe kapalı ve kendini geliştiremeyen üniversiteler, ayakta kalmak için her türlü kalitesizliğe rıza göstermeye mahkûm kalıyor. Yetersiz kaynak ve yetersiz akademisyenle kurulan üniversitelerin girecekleri sarmal en az 10 yıllık bir mücadele doğuracaktır.
Yeterli akademisyeni bulunmayan veya derme çatma hedefsizce toplanan akademisyenlerle sadece derslerin boş geçmesine engel olunur. Derslerin verilmesi “üniversite” tanımı için yeterli değildir. Yayın ve tecrübesi olan yetişmiş akademik personel yerine, derste kitap veya slayt okuyan kişilerle dersler doldurulabilir; ancak bu doldurulan saatler gerçek anlamda bir ders olamaz.
Bütçe bakımından sıkışan üniversitelerin bir kısmının ilk tedbir olarak az yayını olan, unvanı düşük ve akademik katkısı minimum olacak kişilerle yaptıkları sözleşmeler oluyor. Minimum ücretli yıllık sözleşmelerle yalnızca mevzuattaki asgari öğretim üyesi kadrosu sayısı şartını gerçekleştirmek üzere kadrolarını doldurmak kısır döngünün başladığının işareti ve yıkılışa giden yolun ilk adımlarındandır.Önümüzdeki 2-3 yıl içinde satışa çıkacak üniversiteler, bu iddiamızın delili olacaktır.
Nitelikli akademik personeli bulmak kadar, onları elde tutabilmek için de gayret gerekir. Akademisyenin maddi tatmini kadar manevi tatmini, yani eserlerine değer verilmesi; araştırmalarını yürütebileceği kütüphane ve laboratuvar ortamlarının varlığı, üniversitede akademik atmosferin varlığını gerektirir.
Diğer yandan, yabancı uyruklu akademisyen istihdamında geride olduğumuz gibi bu konuda seçici olduğumuz da söylenemez. Bir istatistik yapılırsa yabancı uyruklu öğretim elemanlarının genellikle yabancı dil hazırlık okullarında olduğu görülür. Halbuki,Dünyada rekabetin kuralları çok net: İç ve dış piyasadan nitelikli akademisyen çekmeyi başaran üniversiteler sıralamalarda yükselir; diğerleri ise bunun ne kadar gerekli olduğundan bahsederek bekleyişlerini ve düşüşlerini sürdürürler.
Genç akademisyen adaylarının idari işler altında ezilmeden akademik odaklı çalışabilmeleri, yeterli sayıda idari personel ve araştırma görevlisinin varlığına bağlıdır. Genç akademisyen, üniversite atmosferinde hayallerini karşılayamadığında ya yurtdışı imkânlarını dener, ya da ülke içinde piyasada iş koşturan akademisyenler kervanında yerini bulur.
İdari personel, akademik personel ve öğrenci ilişkilerinin kendilerini ispatlamış model üniversitelerdeki medeni ilişkilere dönüştürülmesi ve gerginlik oluşturan alanların hızla törpülenmesi de diğer bir gerekliliktir.
Üniversitelerin öğrenciye topluma ve genel olarak akademik dünyaya katkılarının ve özelde patent ve yayın üretimleriyle sosyal katkılarının yıllık bazda haricen dış denetimle sorgulanması gerekir.
Üniversite, bilim insanının değeri, yetişme ortamı, patent ve sanayi işbirliği ve üniversiteyle ilgili diğer konular hakkındaki düşüncelerimi ise gerek bu köşede gerekse Perspektif Kodları-1 adlı kitabımda 20 yazı ile dile getirdiğimden okuyucuyu daha fazla yormama adına konuyu burada noktalıyorum.