Sadece dünyanın en güçlü, en geniş alanda ve en yıkıcı kara depremini yaşamadık…
Bu dehşeti, felaketi, katmerli hâle getiren; milletin ortaklaşan duygusundan ayrışan yalancılar, ahlakını kaybetmiş tiyatrocu siyasiler, yağmacılar, bambaşka depremlerle acılarımızı ve öfkemizi büyüttüler…
Bir yandan, enkazdan bir canı daha kurtarmak için soğukta canını ortaya koyarak çabalayan o müthiş gönül erlerine bakarak umutlara tutunurken bir yandan da “ahlak depremi” yaşatan haysiyetsizlerle bakıp, “ne ara bu hâle geldik” diyerek, sarsıcı gelgitler, artçılar yaşadık, yaşıyoruz…
İhmalleri, eksikleri konuşmak için elbette zaman olacaktır ve devletin ilgili birimleri, yargı harekete de geçmiştir…
Lakin bir tane daha canı kurtarmak için kullanılabilecek maksimum süre belliyken, bu süreden çalarak motivasyonu bozmaya çalışanlar, yalanlarla şehirlerde kaos çıkarma peşinde olanlar, engel oldukları her canın vebalini de yüklendiler…
Yüzbinlerce insanın çabasını, milletin çağlayan yardımlarını da gölgeleyerek ahlak konusundaki zelil hâllerini perçinlediler…
Gittikleri yerde bir tane moloza dokunmayan siyasiler, birinci ve ikinci günde kameralar karşısında showlarını yapıp geri döndüler…
“Buradayım, hiçbir yere gitmiyorum” diyerek, depremzedeye söz veren o siyasi parti lideri, daha onda inandırıcı değildi aslında ve öyle de oldu…
Bütün gerçekleri göz ardı eden; insafını, merhametini kaybetmiş bütün yaklaşımlar, milletin vicdanında çok büyük bir hüküm giydiler…
“Siyaset yapmıyorum” diyerek siyaset yapan herkesin niyeti, en başta depremden etkilenenler tarafından mahkûm edildi…
Bugün yaşanan bu “asrın felaketi”nde mutlaka hesapları şaşırtan yıkımlar da oldu; fakat en büyük yıkım hiç kuşkusuz ihmallerin eseri…
Bu da vebali sadece iktidara yüklenerek temizlenilecek bir “uyanıklığa” müsaade etmeyecek kadar gerçektir…
Bugün muhalefet masasında olan hangi isim “bu vebalde payım yok” diyebilir?
Zira onların da sorumluluk üstlendiği dönemler var…
Peşin peşin kamera önüne geçip suçu başkalarına atarak, sorumluluktan kurtulmak mümkün olabilir mi?
Yıkımlarda binayı yapan, inşaat izni veren, teknik olarak imzayı atan, denetim yetkisi olan herkes sorumludur ve bunların hesabı mutlaka sorulmalıdır…
Sadece iktidarı hedefe koyan muhalefetin, kendi belediyelerinde deprem adına ne yaptığının da farkındayız…
Yüz yıllık ihmallerin faturasını da iktidara yıkmak en muhalif, tarafsız uzmanların bile kabul etmediği bir gerçek…
Hatta en muhalif kanalda ve en itibar edilen uzman bile bu anlamda iktidarın yaptıklarının hakkını teslim etti…
Lakin geriye dönük yapılaşmayı kısa zamanda çözmek mümkün olamadı…
Büyük şehirleri gecekonduya boğanların vebalini de -artık olmadıkları için- orada duruyor diye iktidara yüklemek ne kadar ahlakidir…
Eğer böyle bakılıyorsa o vakit, İstanbul en yüksek riski taşıdığına göre en büyük duyarlılığın da burada olması gerekmiyor mu?
Fakat İBB’nin kaç tane binayı dönüştürdüğü meçhuldür hatta “bir tane örnek gösterin” sorusunun cevabı da yoktur…
İlçe belediyelerinin bile arkasında kalan İBB, deprem dönüşüm bütçesini bırakın artırmayı, düşürmekle gündeme gelmiştir…
Bir zihniyetin yaşanan bu felakette ve bütün gerçekleri de göz ardı ederek kameralara show yapması ancak vicdanını sorgulatır…
O zihniyet, bu zeminden istifade ile bütün değerleri hedefe koymuş ve vicdanları kanırtarak yaralamaktadır…
Madem siyaseti konuşuyoruz o vakit, CHP’li Hatay ve Adana belediyelerinin de bu zeminden sorgulanması gerekecektir…
Yıllarca Diyarbakır’ı yöneten HDP zihniyeti de tabii…
Başbakanlık yapmış Davutoğlu, bakanlık yapmış Babacan ve Akşener, belediye başkanlığı yapmış Karamollaoğlu, görevleriyle birlikte attıkları imzalardan da kurtulmuş mu oldular?
Hülasa topyekûn bir tövbe istiğfar gerek bize…
Haydi şimdi hiç olmazsa bir süreliğine rahat bırakın da hep beraber yüreği yananların yarasına merhem olabilelim…
Zira hesap mutlaka var…
Bu dünyada var -dilerim kalmaz- aksarsa ilahi mahkemede mutlaka var…