Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan ziyaretlerine eşlik ettik. Enteresan ve çarpıcı tanıklıklarımız oldu. Geç de olsa emaneti teslim edeyim, buyurun:
Ziyaretlerin en önemli amacı şüphesiz ki, Osmanlı’nın elini çektiği günden bu yana neredeyse gün yüzü görmeyen, huzura hasret kalan Balkan coğrafyasında bugün zorlamayla da olsa süren barışın, huzurun daim olmasını sağlamaktı. Çünkü Bosna hapşırsa, Anadolu nezle olur. Hepimiz biliyoruz.
Kafası Misak-ı Millî’nin ötesine basmayan ve ‘Bize ne Balkanlardan’ diyen çapsız zihniyeti bir kenara bırakacak olursak, yakın gönül coğrafyamızı az çok görmüş, herkesin takdir edeceği üzere adeta üzerimize kapanan bir kapının dışında kalan elimiz kolumuz gibi kanımızın canımızın bir parçası olan Balkan coğrafyasına yapılan bu gezilerin önemini, -Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek çok icraatı gibi- yıllar sonra anlamış olacağız.
KAPININ KİLİDİNİ KIRDIK!
O kapıların kilidini kırdık çok şükür, epeyce araladık da, yani artık sadece kolumuz değil, başımız ayağımız da kapının diğer tarafını görüyor, hatta basıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüştüğü her liderde, temas ettiği her grupta tartışmasız güven ve saygı oluşturduğunu her birinin gözlerinde ve sözlerinde görmek mümkündü.
Mesela Türk bürokratlar, Sırbistan’ın Erdoğan ile kurulan ilişkiler sonrasında Türkiye’ye, Türk şirketlerine nasıl kucak açtığını anlattı.
Kimlikle seyahatin başlaması da bu sıcak ilişkinin en bariz göstergelerinden oldu.
Evlâd-ı Fâtihân olan Bosnalılar kadar, Sırplara da Hırvatlara da, tıpkı Osmanlı’nın bir bayrak altında adaletle ve kardeşçe yaşattığı gibi samimiyetle yaklaşan Erdoğan, üç gün boyunca uğradığı her toprağa da bu samimiyet mayasını ekti.
Aylardır bir araya gelemeyen Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi üyelerini aynı masaya oturtan, son dönemde artan gerilimin rafa kalkmasını sağlayan, aynı masayı Kosova-Sırbistan arasında da kurmak için adım atan Erdoğan, Hırvatistan’da da aynı ilgi ve samimiyetle karşılandı.
Hırvatların Erdoğan’ın konvoyu geçinceye kadar kaldırımda dakikalarca hareketsiz beklemeleri oldukça ilginç bir görüntüydü. Bunun bir güvenlik kuralı olduğunu, ancak Erdoğan’ın ayrı bir saygı gördüğünü anlattı konuştuğum Hırvat güvenlik görevlileri..
SİSAKLILAR ERDOĞAN’I BAĞRINA BASTI
Sisak’ta, Hırvat Cumhurbaşkanının bizzat iştirak ettiği İslam Kültür Merkezi açılışında Hırvat İslam Birliği tarafından Erdoğan’a takdim edilen onur ödülü kadar, Hırvat Cumhurbaşkanı Milanoviç’in “Açılışı yapılan bu merkeze her zaman saygıyla bakacağım. Bu merkez aynı zamanda Hırvatistan ve Bosna Hersek'i birbirine bağlayan bir köprü görevi görecek.” ifadesini kullanması da önemliydi, bana göre.
Hırvat askerlerin Ahmiçi köyünde Müslüman Boşnakları bir camiye doldurup katletmesinin üzerinden daha kaç yıl geçti ki... Şimdi aynı milleti temsil eden ülkenin Cumhurbaşkanına hem de kendi ülkesinde İslam Kültür Merkezi açtırmayı sağlayacak bir huzur ve barış iklimini tesis etmek önemli değil midir?
Hırvatistan demişken başkent Zagreb’de bindiğim taksinin Hırvat kadın şoförünün Türkiye’den olduğumu duyunca gözlerinin nasıl ışıl ışıl olduğunu ne yazıyla ne sözle anlatabilirim; ama müsaadesiyle kayda aldığım o heyecanın videosunu sosyal medya hesaplarımızda izleyebilirsiniz. Taksiden diğer gazeteci arkadaşların bulunduğu noktada indim. Anadolu Ajansı Genel Müdürü sevgili Serdar Karagöz’ün hayretle “Kadının yüzündeki mutluluk neydi öyle?” sorusunun cevabı ‘Türkiye ve Erdoğan’ idi elbette.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dönüş yolunda sorularımızı da samimi bir şekilde cevapladı.
Gözlemlerimi uçakta kendisine de ifade ettim. Özellikle Saraybosna sokaklarında dolaşırken Cumhurbaşkanlığı heyetinden olduğumuzu anlayan Boşnakların arkamızdan ‘Recep! Recep!’ diye seslenmelerini doğal olarak üzerime alınarak dönüp baktığımda, ‘Recep Erdoğan’ diyerek alkışlamaları elbette gurur verici bir duyguydu.
Hangi vatandaşımız, bir başka ülkede kendi Cumhurbaşkanının alkışlanmasından mutlu olmaz ki?
Bu yazıyı yazmama sebep olan şahitliğim ise maalesef yukarıdaki soruya da cevap veriyor.
Evet, meğer mutlu olmayan da varmış!
ALİYA YAŞIYOR MU?
Başçarşı’da sevgili Kenan Kıran ile çay molası için oturduğumuz nokta Cumhurbaşkanı Erdoğan için Türkiye ve Bosna-Hersek bayrakları işlenmiş ve ‘Hoş geldin Reis’ yazılmış pankartın hemen yanıydı.
Türkçe konuşan 6-7 gençten bir-ikisi, pankartın yanına giderek maalesef istihzai bir tavırla elleriyle ‘Rabia’ işareti yaparak birbirlerine poz verdiler. Boşnakların kendilerine baktığını görünce de istihzai tavrı bıraktılar. O gençlerle konuşmak, tanımak istedim. Kalktım ve yanlarına gittim.
Marmara Üniversitesi’nde öğrenci olduklarını, Erasmus için Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’ne (İUS) geldiklerini öğrendim. Gençlerle İUS’un kuruluş dönemine tanıklığımı, İUS’ta Rektörlük yapan Erkan Türe Hoca ile tanışıklığımızı paylaştıktan sonra sadede gelip ‘Bir Türk vatandaşı olarak, ülkelerinin Cumhurbaşkanı için açılan pankartı gördüklerinde ne hissettiklerini’ sordum ve duygularını söylemelerini istedim. Gençlerin üç tanesi ‘Şaşırdım’ dedi. Bir-iki tanesi yorumdan kaçındı, bir öğrenci istihzai bir şekilde ‘Güldüm’ ifadesini kullandı.
“Peki Boşnaklar Erdoğan’ı niye seviyor sizce?” diye sorduğumda cevap alamadığım gençlere, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aktardığı merhum Aliya İzetbegoviç’in vasiyetini anlattım.
Erdoğan, vefatından önce ziyaret ettiği merhum Aliya’nın yanına gittiğinde kendisine bıraktığı vasiyeti, “Elimi avuçlarının içine alıp 'Buralar Evlâd-ı Fâtihân’dır. Bosna'mı koruyun, Bosna'ma sahip çıkın!” dedi.” sözleriyle ifade etmişti.
Bunu aktardığım gençlerden bir-ikisinden ‘Aliya’nın yaşadığını zannediyor olduklarına’ ilişkin cümleler duyunca beynimden vurulmuşa döndüm ama mahcup olmamaları için duymazlıktan geldim. Hatta gençlerin arasındaki bir iki gencin arkadaşlarının verdiği cevap karşısında mahcubiyetle başını öne eğdiğini görünce de gençleri daha fazla yormadan teşekkür ederek uzaklaştım.
O mahcubiyet, o gençlerin her şeye rağmen kalplerindeki Anadolu merhametinin silinmediğinin göstergesiydi.
Şayet bu yazıyı okuyorlarsa, o gençlere bir kahve davetinde de bulunmuş olayım.
Tabii işin daha acı tarafı, ‘Hoş geldin Reis’ pankartı ile kendilerince eğlenen o bir- iki gencin unuttuğu bir şey var. Arkadaşlarıyla birlikte Erasmus için geldikleri Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nin kurulmasını teşvik eden, yıllar boyunca maddi manevi destek veren kişi de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Sanırım bu satırları okuyunca daha da mahcup olmuşlardır.
Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi hem Millî Eğitim Bakanlığına, hem diğer bakanlıklara, hem bizlere; gençlere Aliya’yı, Evlâd-ı Fâtihân’ı, gönül coğrafyamızı anlatmak için büyük görevler düşüyor.
ŞER CEPHESİ BOŞ DURMAYACAK
Biliyorlar ki, Anadolu’nun gürbüz gençlerini köklerinden kopartırlarsa, gövdeyi çürütebilirlerse dalları da kesmek daha kolay olacak. Bu yüzden Anadolu’yu Anadolu yapan hangi değer varsa çürütmek, içini boşaltmak için var güçleriyle saldırıyorlar.
Bu yüzden sözüm ona ‘Büyük Zafer’i kutlarken ‘Yunan’ diyemiyorlar. Çünkü kalpleri; bu milletin helikopteriyle darbe gecesi Yunan’a sığınan, hem maske arkasından tehditler savurup hem de yüzerek Yunan’a tüymeye çalışan FETÖ’cü hainler gibi Yunan’la birlikte atıyor.
Kendilerini Avrupalı görüyor, hatta imkân olsa İzmir’i de alıp kopmak istiyorlar. Onu da ne dilleri varıyor söylemeye ne de yürekleri yetiyor.
Bir Yunan artığı gibi geride kalıp Yunan’ın yarım bıraktığı işi kalpleri, zihinleri işgal ederek yapmaya çalışıyorlar. Ama başaramayacaklar. Çünkü unuttukları bir şey var;
Anadolu, artık sadece Anadolu’dan ibaret değil. Gönül coğrafyamız artık, eliyle, diliyle, gönlüyle, duasıyla yanı başımızda…