Ağır sorular, ağır sorunlar

Abone Ol

Çağın insanı, kalabalıklar içinde yalnız hâle gelince teknoloji bağımlılığında derinleşiyor. Çünkü yalnızlığını gidermek için kalabalıkların içine dalan insan; kimsenin yüz vermediği, herkesin kullanılarak atılacak “eşya” konumuna indiği yerden aykırı çıkışlar yaparak var olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Kimse yüz vermeyince daha çok kendisiyle ilgilenmeye başlıyor. Bu fikrî ilgi değil, fizikî ilgi oluyor. Aynanın karşısına geçince “tefekkür” yerine sinirden temayüz etmiş sivilceleriyle oynuyor. Bunalıyor, daralıyor artık ona bir çıkış lazım. Eş yok, dost yok sanal âlemde temayüz etmiş sapıkların sapkınlıklarından medet umuyor. Rehberleri karga olanının akıbeti berbat oluyor… Maalesef büyük şehir “metropol” de kötülüklerin yurdu olmaya müsait…

Diğer tarafta da nefsini iktidar edinerek hiçbir şeyden mutlu olmayan ve daha çok tükettikçe var olacağına inanan “hedonist” bir nesil, dalga dalga çoğalıyor. İmkânların yokluğu değil, çokluğu onları azdırıyor. Yokluk, yoksulluk yaşamış; sonradan görme anne ve babalar böylece “Biz yokluk içinde yaşadık, çocuklarımız yaşamasın.” diyerek çocuklarını manen beslemek yerine fiziken besleyerek “obez” bir toplum oluşturdular. Türkiye, dünya obezlerinin ön sıralarında bulunuyor.

Peki, nasıl bu hâle gelindi?  Herkes birbirini suçlayarak vicdanını rahatlatmaya çalışıyor. Çare olmak, çözüm üretmek yerine “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” misali suçu başka yerlere atarak bu işten sıyrılmak isteniyor. Millet olarak şöyle bir adım geriye atarak sakin, salim bir kafayla meselelere baksak çözümlerin hemen yanı başımızda olduğunu göreceğiz. Bazı çözüm önerilerinde bulunacağım ama sözüm nereye kadar ulaşır, ne kadar tesir eder bilmem.

Birlikte çözüm üretebilmek için de ortak bir noktada buluşmamız lazım. Ancak garip bir şekilde tefrikalar üzerinden bölünmeyi, parça parça olmayı tercih ediyoruz. Yaklaşık bin yıldır aynı coğrafyada, aynı kültür ve medeniyet ikliminde yaşıyoruz. Birbirimizi anlamak, sevmek ve saymak için bundan daha büyük bir nimet olabilir mi?  Bu bin yıl, hiç mi birbirimizi anlayacak değerler bırakmadı? Bu nasıl olur ki! İnsanlık tarihine baktığımızda belki Çin, Hindistan ve Japonya hariç bu kadar uzun süreli bir coğrafyada kültür ve medeniyet üreten bir millet yoktur.

Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmasını Yeşilay yayınlamış. Ortaya çıkan tabloya bakın: “Cinayetlerin yüzde 85’i, tecavüzlerin yüzde 50’si, şiddet olaylarının yüzde 50’si, trafik kazalarının yüzde 60’ı, kadına şiddetin yüzde 70’i alkollü iken işlenmektedir.” Şimdi alkolün her türünden uzak durun desek “çağdaşlık” meselesine takılacağız. O yüzden bu bilimsel araştırmanın yorumunu size bırakıyorum.

Bir de hacı-hoca çocuğu ve torunu bir kesim ise ülkemizde din eğitimi verilmesin diye çırpınıyor. Ne imiş efendim! Çocuklarımızı “hurafeler” yerine “çağdaş bilime” göre eğitmeliymişiz. Güzel, kulağa çok hoş geliyor. Bu ülkede çağdaş bilime kim karşı çıkıyor ki? Elbette hayatımızdaki hurafeleri temizleyelim, yolumuza devam edelim. Ancak değer, ahlak, maneviyat vermediğin çocuklar merhametten yoksun birer canavar olarak karşınıza çıkmıyor mu? Bilim nasıl sevgi, hoşgörü, tevazu üretecek? Sonradan aklı başına gelen bilim adamı, insanlığı hesaba katmadan atom bombası üretir de Nagazaki’de, Hiroşima’da, Gazze’de, Beyrut’ta binlerce masumu göz kırpmadan öldürür. 

Olayları sonuçları üzerinden okumayı, adalete ve emniyete bırakalım. Gelin, biz biraz sebeplere odaklanalım…