Yüksek şairler ve onların yüksek şiirleriyle irtibat kuranların yine şairler olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Şairleri en çok şairler takip eder. Çünkü daima şiirin peşinde olanlar şairlerdir.
İyi şiirin peşinde olmak sadece iyi şiir yazmak çabası olarak anlaşılmamalı.
Şiire ihtiyaç duyacak kadar içtenlik geliştiren her aklı başında okur gibi şair de, kendisi yazmasa bile iyi şiirin peşindedir.
Sanatçının sıradanlığı, sanatçı duyarlılığı ve farkındalığı gibi klasik gevezeliklere sapmadan ilerletmek istiyorum yazımı.
Herhangi bir insan kadar normal ve aklı başında olmalı sanatçı; değilse, sanatının kıymeti yoktur benim için.
Aklı başındalık…
Hiç değilse, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın farkını anlamaya yarayacak kadar.
Az şey midir bu?
İyi sanat dediğimiz şey nihayetinde biçimsel olmadığı gibi, muhteva olarak da kötü olmayandır.
Ahlaksızlığın, edepsizliğin, adaletsizliğin, alçaklığın, sapıklığın ve sapkınlığın, sanatın teması olması ve estetize edilmesi, sanatın yüzü suyu hürmetine de olsa kabul edilemez.
Ahlakçılığı nasıl ayıplıyorsak, ahlaksızlığın estetize edilmesini de ayıplarız.
Sanatını, tuttuğu işi meşrulaştırmaya aracı kılmak sanatçının işi değildir.
Belki, sanatın yumuşak, estetik dilinden faydalanmak isteyenlerin işidir.
Sözgelişi, toplumun bildiği ancak görmezden geldiği birçok ahlaksızlık ve sapkınlıkların görmezden geliniyor oluşu, onun yok sayıldığı anlamına gelmez.
Bu tavır olsa olsa, toplumun varlığından haberdar olduğu ancak reddetmemekle birlikte yok edemeyeceği realitelerin bilinmesinden değil, gerçekliğinin kavranılmasıyla ortaya çıkacak devinimin bir diyalektiğe dönüşmesi tehlikesiyle alakalıdır.
Sanatçı diyalektikle değil, diyalektiğin ortaya koyduğu sentezle ilgilenir.
Bu anlamda sanatçının tuttuğu iş sanatıdır.
Sanattan faydalanmak ve bir gelir elde etmek aynı şey değil.
Sanatta gerçeklik ile natürel olanı karıştırma açmazına düşenler de çok.
Sanatçının, herhangi bir insan kadar aklı başında olması elzemdir bu sebeple.
Sanatseverler için de geçerli aklı başında olmak.
Yoksa sanat olarak ne sunulursa, baştacı eder.
Sanatın etkileyici gücünü, mistik, dinsel ve manevi temalardan uzaklaştıkça, yani sekülerleştikçe yitirdiği fikri de yabana atılamaz.
Seküler tematik zenginleşme, sanatı zenginleştiriyor mu yoksa sanatın itibarını mı sarsıyor üzerinde düşünmek lazım.
Sanattan bir fayda beklemek hakkımız.
Estetik duygular uyandırması, sosyal bir iletişim ve kolektif bir duygu ve bilinç oluşturması, geleneği taşıması, eğiticiliği bağlamında beklentiler.
Ne tür olursa olsun, beklentiler nihayetinde sanatın estetiğine halel getiriyor.
Sanatın, harcıalem her alanda kullanılıyor oluşu, yaygınlaşması sanatı ve sanatçıyı hafifmeşrep kılıyor.
Kurumsal olarak sanatın kullanılması fikri yeni olmadığı gibi tesadüf de değil.
787 yılında toplanan İznik Konsili’nin aldığı kararlardan birisi de Katolik kiliselerinde, evlerde, sokaklarda, kap kacaklarda, giysilerde, hatta duvar örtülerinde dini temaların kullanılması.
Bu sanatın düpedüz kullanılması.
Bugünün reklamcılarının tuttukları işte sanatı kullanıyor oluşlarıyla bir farkı yok.
Ancak, sanatı elitlerin lüksü olmaktan çıkarıp, halkla buluşturması açısından mühim.
İznik Konsili’nin bu kararı, Katolik kilisesi inançlılarını daha imanlı yapmadığı kesin.
Reklam sektörünün sanatlardan faydalanmasının, halkın sanat duygularında bir gelişmeye sebep olmayışları da öyle.
Anlıyoruz ki, sanatı kontrolünde tutmak ve kullanma çabası ister dini, ister seküler olsun sanatı yozlaştırıyor.
Ne deyim ki?
Aklı başında olun.
“Allah’a yakın değil hiç kimse O şahdamarından bile yakın herkese”