Afrin: Öncesi-sonrası ve muhtemel senaryolar (1)

Abone Ol

Suriye olaylarının başından itibaren ileri sürdüğüm tezim Suriye iç savaşının uluslararasılaşan ve Irak’ta olduğu gibi ülkeyi yeniden baştan dizayn etmek üzere kurulan büyük bir tezgâh olduğuydu. Türkiye’nin defalarca tam bir savaşa çekilmek istendiği açıkça farklı olaylarla görüldü. İki yıl önce dünya bülteninde yazdığım birçok yazıda Rusya, İran ve Suriye hükümetinin hangi temeller üzerinde ortaklıklarının olduklarını ifade etmeye; Türkiye’nin Suriye’de açıkça “savaşan devlet”e dönüştürülmesi amacıyla Türkiye’nin bütün hassas ayarlarıyla bir plan dâhilinde oynandığını ifade etmeye çalışmıştım.

Suriye’de oluşturulan taşeron terörist örgütler üzerinden 7 yıldır süren savaşın bu süreçten en fazla nüfuz kazanan Rusya ve İran’a karşın, kaybeden tek tarafın Suriye halkı olduğu gün gibi ortada.

Bugün en uzun kara sınırına sahip olduğumuz Suriye’de yaşanan iç savaş kanaatimce savaşın çıkışı öncesinde tasarlanmış olan bir harita planına uygun şekilde sürdürülüyor. Irak’ta uygulanan politikaların benzerleri Suriye’de işletilmekte.

Ortadoğu’da yaklaşık 20 yıldır kışkırtılmış mezhepçilik üzerine bir bölünme yaşanıyor. İnançlar, inanç olmaktan çıkartılıp ideolojik araçlara dönüştürülüyor. Suriye’de de azınlık bir mezhep lehine çoğunluk olan diğerlerinin aleyhine bir plan yürütülerek on milyonlarca insan asırlardır yaşadıkları topraklarından çıkarıldılar. Irak’ta halkın çoğunluğunu oluşturan Şiilere yönetim devredilirken halkın geri kalanı etnik olarak Arap, Kürt ve Türkmen olarak bölündü. Yani bir taraftan mezheplerine göre diğer taraftan bu planın yapanların çıkarlarına göre etnik temele dayalı olarak toplum ayrıştırıldı.

Suriye’de de Osmanlı devletinin dağılmasından sonra Fransa kontrolünde %10 Nusayri azınlığa bırakılan yönetim bütün devlet imkânlarını mezhepçi ve ideolojik ayrımcılık üzerine dışlamaya dayalı politikalarla 7 yıl öncesine kadar işletildi. Suriye bu ayrımcılığın varabileceği noktayı gösteren trajik bir örnektir. Ortadoğu’da olup bitenler, İslam coğrafyasının tamamında devletlerin daha üst bir dil, kucaklayıcı bir üslup ve kapsayıcı bir tarzla politikalarını adalet ve hukuk üzerine kurulması gerektiğinin de açık hatırlatıcısıdır.

Bugün Suriye’de taşeron terör örgütlerinin etkisi kısmen kırılmışken ülkenin kuzeyinde etnik temelde yeni bir oluşumla ülke parçalanıyor. Bu bölünmeden birinci derecede Suriye devleti, ikinci derecede ve uzun vadede Türkiye’nin zarar göreceğinde hiç şüphe yok.

Rusya savaşın başladığı ilk günden bu yana “Suriye’nin toprak bütünlüğü” derken Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye sınırında PYD/YPG gibi bölücü örgütlerin varlığına yedek bir güç olarak ve ABD’nin onları kullanmasına karşı gözden çıkaramayacağı bir unsur olarak baktı.

Rusya’nın dolaylı ABD’nin doğrudan ve aleni destekleriyle Afrin’de yaklaşık iki yıldır devlet gibi hareket etmeye çalışan bölücü gruplar Irak sınırından Akdeniz’e kadar Türkiye’nin bütün sınırını boydan boya kuşatan ve Türkiye’yi İslam dünyasının geri kalanından coğrafi anlamda yalıtacak bir projeyi TSK El-Baba müdahale ile yarmış oldu. Haseki ve Kamışlı’da yoğunluğu olan Kürt nüfusunun Suriye işgaline kadar PYD’nin destekçi olmadığına ancak bölücü örgütlerin devlet gücünün olmadığı yerde devlet gibi yapılanarak hareket ettiğini; öldürme ve sürgün yoluyla hakimiyet sağladığını biliyoruz.

Bütün bu yaşananlardan hiç de memnun olmayan Kürtler, içlerindeki azınlık sayılabilecek silahlı örgütlere, alternatifsizlikleri dolayısıyla boyun eğmek zorunda kaldılar. Çok daha net ifade etmek gerekirse, Irak’ta ve Suriye’de Türkiye’ye yakın olan/olabilecek bütün Kürt grupları ve aşiretleri 40 yıl içinde birer birer tasfiye edildi ve belirli isim ve gruplar dış güçler tarafından desteklenerek meşrulaştırıldılar. Bunu detaylarına burada girmek istemiyorum.

Suriye’de daha vahim bir gelişme olarak Suriye’nin pasaport ve nüfus cüzdanı bile vermeyerek yok saydığı Kürt halkı, bölgedeki büyük devletlerarası bilek güreşi sırasında kullanılmak üzere görülmedik şekilde silahlandırılıyor. ABD’nin uçaksavar da dâhil olmak üzere ağır silahlarla donattığı PYD, bu ülkenin bir yandan Rusya’ya karşı kullanabileceği gerektiğinde de Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir üst olarak hazır kıta bekletiliyor.

Fırat Kalkanı Operasyonu ile Türkiye’nin ÖSO ile birlikte müdahalesi bölgedeki gelişmeleri dar bir alanda kısmen değiştirmiş oldu. Ülkedeki Kürt nüfusunun yaşadığı doğal coğrafi alandan katbekat geniş bir araziye yayılan YPG, Türkiye’nin uzun vadede kendisini bölmeye yönelecek girişimlerine sessiz kalmayacağının farkında.

Türkiye’nin tam sınırında ağır silahlarla donatılıp dünya kamuoyuna DAEŞ’i mağlup eden özgürlükçü “ayrılıkçı” bir hareket olarak sunulan PYD de taşeronluğu kabul etmiş durumda. Sözde İslam adına ortaya çıkan ve onunla alakası olmayan taşeron terörist örgütlerle, PYD’nin de sonuna kadar kullanılacağı dikkate alınırsa hiçbir farkları kalmayacak. Sonunda, 1100 yıldır yan yana yaşayan Türk-Kürt ve Araplar, yabancı güçlerin çekilmesiyle yine komşu olarak devam edecekler.

Şimdi bu kadar hatırlatma ve mukaddimeden sonra çözüm üzerinde düşünelim:

(Devam edeceğiz…)