Afganistan’da Tâlibân’ın yönetime gelmesinin en büyük yankısı Türkiye’de oldu. Türkiye’de hiç ikna olmamış, korku içinde yaşayan bir düşünce azınlığı eski defterleri açmaktan kaçınmıyor. Bu kesimin temel özelliği, din cahili ama eğitimli bir kesim olmasıdır. Çünkü ülkemizde İmam Hatip Liseleri dışında, müfredatın da sağlam ve tam İslâmî bilgileri veren eğitim yoktur. O nedenle Türkiye’nin en iyi okullarından mezun olup ta profesörlüğe yükselmiş ilim ehlinin büyük çoğunluğu “din cahilidir.” İlim ve ameli olmadığı gibi bu kesimin, kültür ve medeniyet anlamında pek nasibi yoktur. Ülkemizin en önemli sıkıntılarından biri budur. Hep örnek verilen ya da örnek alınan batı, iman ve amel konusunda dindar olmamakla birlikte kültür ve medeniyet anlamında Hristiyan’dır. O nedenle batıda aydınlarla halk arasında bir anlam çatışması yoktur. Çünkü toplumun temel değerleri Hıristiyanlığa dayanmakta insanî gelişmeler ve bilim onu beslemektedir.
Sayıları az da olsa kötü niyetli, durumdan vazife çıkaran hainler de var aramızda. “Yahu bu Tâlibân bir tuhaf, bizim beklediğimiz dilden konuşmuyor. Şimdiye kadar ülkede kan gövdeyi götürmeliydi.” diye öfkeden kuduran bu azınlık ellerini açmış bekliyor. Onlar bu tür olayları, her türlü değere saldırmak için fırsat olarak görüyorlar. Olayların sebeplerini araştırmak yerine sonuçlarından yola çıkarak “abacıyı dövmeyi” tercih ediyorlar. Toplumun değerlerine savaş açıyor, sonra da dönüp “toplum kutuplaştırılıyor, biz ötekileştiriliyoruz.” diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar. Yapmayın gözünüzü seveyim, hem saldırıp hem de mazlum ayağına yatmayın! Bu milletin büyük çoğunluğu bu numarayı yemiyor artık.
İşin ilginç bir başka boyutu ise din konusu olunca herkesin ahkâm kesme hakkını kendinde görmesidir. Deprem olunca yer bilimciler, sel olunca gök bilimciler, yangın olunca ağaç bilimciler konuşurken konu din olunca ilahiyatçılar konuşmazlar. O açığı her konuda uzman, gazeteci ve politikacılar kapatır. Nedense ilahiyatçılar da “çok ortalıkta” görünmek istemiyorlar. Kıymetli hocalarım; size tekabül eden konularda toplumun önüne çıkın konuşun ki gerçekler anlaşılsın. Eleştirilmekten korkmayın. Nâmık Kemal’in dediği gibi “Bârika-i hakîkat, müsâdeme-i efkârdan çıkar.”
Afganistan’ı, Tâlibân’ı daha çok konuşmalıyız. Çünkü biz de Müslüman bir toplumuz, Afganistan da. Afganistan’ı İslâm adına yönetmek isteyen bu insanların İslâm’ın hoşgörülü, barışçı tavrını sergilemelerine yardımcı olmalıyız. İlâhiyat alanında çok kıymetli âlimlerimiz var; onlardan oluşacak bir heyeti Tâlibân yöneticileriyle görüşmeye gönderebiliriz.
Devletin de Afganistan’la daha fazla ilgilenmesi gerekir. “Türkiye’nin Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da ne işi var” diyen basiretsizlere sakın kulak asmayın. Onlar eski Türkiye’nin batı tarafından mankurtlaştırılmış zavallılarıdır. Bu çerçevede konuşan, yazan adamların; öz geçmişlerine, dünya görüşlerine bakın, yanılmadığımı anlayacaksınız. Onlar çaresiz teslimiyetçilerdir. Onlara kalırsak Ankara’yı, İstanbul’u da kaybederiz, Allah muhâfaza.
Bölgemizin huzuru, insanlığın selameti için her açıdan Afganistan’la yakından ilgilenmek mecburiyetindeyiz. Tarihin, coğrafyanın, kültürün ve medeniyetin hatta insanlığın gereği olarak barış içinde bir Afganistan için çaba sarf etmek boynumuzun borcudur.