Sık sık şu itiraza muhatap oldum. “Ama siz ilahiyatçı değilsiniz ki!” Ya “haddini bil!” uyarısıdır bu ya “nasıl olur!” şaşkınlığı.
Haddimi bilirim elbette. İlahiyatçı dostların uzmanlık alanlarına girmem. Mütehassısların emeğine saygımdan, kitaplarıma tıp tahsilinden aldığım “Dr.” unvanını yazdırmadım. Söz konusu “din” olduğunda “doktor” değil “hasta” olabilirim sadece. Zayıfları olan öğrencisiyim dinin. Kusurlu bir kulum sadece. “Din” kelimesinin kök anlamında, yani, varlığını Allah’a borçlu bilme bilincini edinmede, uzman değil amatörüm. Amatörüz. Acemiyiz.Yoldayız. Yokuş çıkmaktayız.
Mesele şu: “Dinin kendisi” ile “dinin bilgisi”ni karıştırıyoruz.Uzmanlık “dinin bilgisi” konusundadır.“Din” konusunda uzmanlık olmaz. “Din kültürü”nün profesyonelleri olabilir. Doktora tezi konusu olabilir din bilgisi. Oysa“dini yaşama”nın sadece amatörleri vardır. Sadece şaşkınları olur. Yürüyenleri. Sefer ehli. Topallayanları. Kekeleyenleri. Tereddüt edenleri.
Meselâsuyun uzmanları vardır. Suyun kimyasal özelliklerini, ekonomik ağırlığını, ekolojik değerini, sosyopolitik anlamını, poetikasını vs. çalışırlar, tartışırlar. Ama hiçbirinin bilgisi, hiçbirinin istatistik ölçümleri ve doktora tezi birikimleri bir damla suyu içmenin yerine geçmez. Su içmek amatörcedir. Suyu susamışlar içer. Suya muhtaçlar acemidir. Su içmenin ustası yoktur. Dudağı kurumuşları vardır. Damağı çatlamışları. Ciğeri yanmışları. Şaşkınları. Nefesi kesilenleri…
“Ey Âdemin evlatları…” hitabının muhatabıyız hepimiz. Yeryüzüne Âdem oğlu/kızı diye geldik. Seçildik. Varlığımız bize borç verildi. Şuurumuz bize emanet. Nefeslerimiz ödünç. Âdem evladı olmanın icabı, sonucu, meyvesi budur. Alabildiğine şaşkınlık. Alabildiğine sürpriz. Hayatın ustası değiliz. Yaşamanın profesyoneli olamadık, olamayacağız.“Âdem’in oğlu/kızı olmak” profesyonel bir iş değil. Kimilerinin hobisi değil. Mesleği hiç değil. “Âdem’in oğlu ve kızı olmanın hakkını vermek” susamak gibi dudağımızda ve damağımızda. Susamak,ilahiyatçı işi değil. Müftülerin görevi değil. İmamların sorumluluğu değil. Kelamcıların ilgi alanı değil. Hadis “yardoç”larının konu başlığı değil.
“Biz kendimize zulmettik, Sen bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen, hüsrana uğrarız!” diyen “adam”ın oğulları ve kızlarıyız. “Hüsran korkusu” içindeyiz. Çırpındıkça çırpınıyoruz. Kaybetme kaygısı bize babadan miras. Biz Âdem evladıyız; şeytanın iğvalarına açık şaşkınlarız. Şehvetin kandırmalarına karşı savunmasız acemileriz. Günaha açık ve ölüme dirençsiz tenler içinde yürüyoruz.
“Baba”mız üzerinden ders veriyor bize Sahibimiz, Rabb-i Râhim’imiz. Babamızın “insan” acemiliğini ve unutkanlığını unutmamamızı istiyor. Sokaktayız işte. Yeryüzü talebesiyiz. Üşüyoruz. Korkuyoruz. Üzülüyoruz. Sadece insanız. Sadece oğullar ve kızlarız.
Hz. Âdem’i baba bilmenin içler yakan sorumluluğunu unutunca, Hz. Âdem’e baba bulma polemiğinde oyalanırız. Hz. Âdem’in evladı diye zikredilmenin bahar kokulu müjdesini duymayınca, “Hz. Âdem’in babası var mı yok mu?” profesyonelliğinde oynarız.Âdem’e adam gibi oğul olmayı öncelemeyince, “Falanca Âdem’in babası var!” dedilere laf yetiştirmeyi marifet sayıyoruz. Âh ki âh!
Yok, yok; ben Âdem’in bilgisiyle değil, Âdem’in kendisiyle ilgiliyim. Babam olur kendisi… Büyük babam. Onun oğluyum; onun gibi şaşkın ve acemi. Onun kadar düşebilen. Onun kadar özür dileyebilen… Her şeyi bilen değil. Her sorununu çözmüş biri değil. Her soruya cevap veren meslek erbabı değil. “Din âlimi” değil; “biz bilmeyiz, Sen bilirsin!” diyen, notları kırık öğrenci. Esma öğrencisi.
Baba mesleğimi sürdürüyorum; o kadar…