Adana’da ustaların ve çırakların buluşması

Abone Ol

Ülkenin ağır ve yorucu gündeminin arasında 23. Uluslararası Adana Film Festivali bizim için bir oksijen çadırı gibi oldu desem yeridir. 19-25 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen festivalde özellikle ulusal yarışmada yer alan filmleri izlemeye gayret ettim. Genellikle tamamı olmasa da festival filmlerinin bazıları bir yıllık ‘iyi’ film ihtiyacımızı karşılamaya yetiyor diyebilirim. Bu bile yerli filmlere biraz daha fazla şans vermek için yeterli bir mazeret.

Festivalde ulusal yarışmadan Mehmet Salih (Yön: Güven Beklen), Geçmiş (Yön: Çağdaş Çağrı), Ağustos Böcekleri ve Karıncalar (Yön: Erhan Tuncer), Babamın Kanatları (Yön: Kıvanç Sezer), Bana Git De (Yön: Handan Öztürk), Albüm (Yön: Mehmet Can Mertoğlu), Dar Elbise (Yön: Hiner Saleem), Koca Dünya (Yön: Reha Erdem) ve Rüya (Yön: Derviş Zaim) filmlerini izledim. Nadide Hayat ve İftarlık Gazoz filmleri de ulusal yarışmada yer almasına rağmen vizyon tarihlerinin üzerinden oldukça fazla bir süre geçtiği için yarışma filmi havasında göremediğimiz filmler olarak yer aldı. Cemil Ağacıkoğlu’nun yönettiği ‘Tarla’ filmini ise vizyonda izlemeye çalışacağız.

‘Film festivali seçkisi’ dediğimizde -genelde- gösterilecek filmlerin ya yönetmenlerin ilk filmi olması ya da iyi yönetmenlerin yeni filmlerinin ilk gösterimi olması gibi bir tablo ile karşılaşıyoruz. Bu aslında hem bir heyecan oluşturuyor hem de seyirci, eleştirmen ve jüriler açısından da bir tezat oluşturuyor. Zira karşılaştırmaya kalktığımız (gerekli mi, onu da bilmiyorum) yönetmenlerden birisi yola yeni çıkan birisi iken diğer tarafta mesleğinin en olgun zamanlarını yaşayan birisi duruyor. Bazı genç yönetmenler ilk filmleri olmasına rağmen bu usta yönetmenlere kafa tutmayı başarırken bazılarının filmlerindeki acemilikler de çok fazla göze batar hale geliyor.

23. Uluslararası Adana Film Festivali’nde de Reha Erdem’in Koca Dünya’sı ve Derviş Zaim’in Rüya’sı bu anlamda öne çıkan iki usta işi film beklentisiyle karşılandı (Nadide Hayat ve İftarlık Gazoz ise en büyük karşılığı Adanalı izleyicide buldu ve muhtemelen ‘Adana İzleyici Ödülü’nü İftarlık Gazoz filmi alacak.) Babamın Kanatları, Albüm ve Ağustos Böcekleri ve Karıncalar (senaryosu ve oyunculuk ile ön plana çıkabilir) ise ilk filmleri ile bu usta yönetmenlerin karşısında ses getirebilecek yönetmenlere ait.

DERVİŞ ZAİM’İN ‘RÜYA’SI BİZİM DE RÜYAMIZ

Derviş Zaim ‘Rüya’ filminde senaryo tekniği açısından da oldukça zor bir işe girişmiş. Film boyunca 4 farklı kadın başrol oyuncusunu her rüyanın ardından karakterin kişilik yapısına da müdahale ederek bize izletiyor. Hayatın içerisinde kesişen yollar ve karakterler zaman zaman izleyiciyi zorlamıyor değil. Rüya aslında gerçek rüyalarımızı andıran karmaşası ile karşımızda dururken arka planda bize bir bütünlük içerisinde güzel dersler vermeyi başarıyor. Özellikle son yıllarda ülkenin bağrına bıçak gibi saplanan ve doğanın bir parçası olmaktan uzak TOKİ vb. konutları çok çarpıcı biçimde, hem de kırıp dökmeden eleştirmeyi başarıyor. Büyükçekmece’deki Sancaktar Camii’nin yapım sürecinden görüntüleri de görebileceğiniz film bu caminin mimarisinin bulunduğu araziye uyumu gibi yapılacak olan bütün işlerin de kainatın düzenine uygun olması gerektiğini öğütlüyor. Filmin giriş bölümünde Yedi Uyurlar’a dair kısa bir bilgi veriliyor.

Sapkınlıklardan kaçarak bir mağaraya sığınan Ashab-ı Kehf ve başlarında nöbet tutan Kıtmir gibi bizim de İstanbul’a sahip çıkmamız gerekiyor. Özellikle İstanbul sokaklarında üç boyutlu projeksiyon ile dolaşan Sine’nin (başrol karakteri) büyük binalara yansıttığı tek katlı ve çatılı ev görüntüsü neleri kaybettiğimizin ve neleri kazanmamız gerektiğinin tablosunu çiziyordu.

Derviş Zaim yeniliklere açık ve ülkenin değerlerine, kıssalarına, geleneklerine, sanatına sahip çıkmayı arzulayan bir yönetmen. Bu açıdan bakıldığında güncele de dokunan yönüyle mimari ve inşaat hakkındaki duruşu ile Rüya filminin kıymetli bir film olduğunu düşünüyorum.

BÖYLE ‘KOCA DÜNYA’DA KİMSEYE YER YOK

Çocukları en çok hangi yönetmenin filmlerinde seviyorsun diye sorsalar kuşkusuz Reha Erdem cevabını veririm. Reha Erdem Adana Film Festivali’nde ilk kez gösterilen Koca Dünya filminde de öksüz/yetim iki kardeşin hayatta kalmak için verdikleri mücadeleyi insanların zaafları yitiklikleri üzerinden vermeye çalışıyor. Anne ve babaları tarafından yetimhaneye bırakılan ve daha sonra birbirlerini bulan Ali ve Zuhal kardeşler İstanbul’dan kaçıp sığındıkları bir ormanın içerisinde kendi dünyalarını kurmaya çalışıyor. Öküz, keçi, yılan, kuş, örümcek gibi hayvanlarla dolu orman hayatının içerisinde oluşturdukları dışarıya göre küçük ama kendilerine göre kocaman olan bu dünyayı hissetmeye çalışıyoruz. Reha Erdem filmlerinde huzur içerisinde dolaşan hayvanlara nazaran huzursuz ve korku içerisinde yaşamaya çalışan insanlar görmeye alışkınız. Erdem, “İnsan özüne dönse, yani hayatın notalarını hissetmeye başlasa huzura kavuşacak” dercesine bizi filmdeki karakterleri ile birlikte ağaçların üzerinde uzanmaya, toprağa kulağımızı dayamaya davet ediyor.

Filmin başrol oyuncuları Berke Karaer ve Ecem Uzun’un da bu zor filmdeki rollerinin hakkını verdiğini söyleyelim. Zira Reha Erdem gibi çocukların kaybettiklerinin arama derdindeki bir yönetmenin filmlerinde en fazla yük yine çocukların omuzlarında oluyor. Filmin festivalden ödül veya ödüllerle döneceği muhakkak. Bakalım jüri bu konuda nasıl bir tercih yapacak.

ALBÜM’LERİN HAYATIMIZDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Mehmet Can Mertoğlu imzalı Albüm filmi festivalin ilginç filmlerinden birisiydi. Saraybosna Film Festivali’nden en iyi film ödülü ile dönen Albüm bir evlatlık edinme hikayesi üzerinden Türkiye’nin artık geçmişte bırakması gereken hantal bürokrasi sistemini eleştiriyor. Aynı Derviş Zaim’in Rüya’sında inşaat ve mimari eleştirisi gibi Mehmet Can Mertoğlu da ülkenin ve özellikle halkın canını çıkartan bürokrasiyi kimseyi kırıp dökmeden eleştiriyor. Sanat eserlerinin bu şekilde yaptıkları eleştirileri çok doğru ve yapıcı buluyorum. Bu eleştiri kültürü üzerinden önümüzdeki günlerde Albüm, Babamın Kanatları ve Ben, Daniel Blake filmlerini tek tek ele alacağım inşallah.