Alkışlarla yaşamaya alışanların dünyasında bakışlarla ölmeme çabasındaydı…
Kimsenin kimseye hayrı yok.
Ya da kimsenin kimseden haberi yok.
Veya herkes herkesten ve her şeyden haberdar.
Böyle olduğu halde mi uzaklaştık kendimizden. Böyle iken ölüyoruz. Bölüyoruz insanlığı…
Kardeşin kardeşi ayakta tutacağı zamanlardayız. Gelin görün ki kardeşimizi, kardeşimiz bildiğimiz katletti.
Esasında tarif çok net. Kardeşlik, kan bağı, yakınlık, toprağ, coğrafya bağı falan değil. Kardeş olmanın yegane ön şartı insan olmak. İnsaf sahibi olmak.
Çalkalanıyoruz…
Çalınıyoruz…
İnsandan, insanlığı çaldırıyoruz.
“Evinize gidin” diyenle gitmesi istenenin, aynı evin ahalisi olduğunun idrakinde olmayanların hezeyanları eşliğinde, kalmasında sakınca bulunmayanların kovulmak istenenlere karşı hayvani tavırlarıyla kahroluyoruz…
Kardeşim, kardeşliğin sınırı yok. Pasaport değil belirleyici olan. Kimlik kartı sadece prosedür.
İnsanoğlunun hakiki kimlik bilgileri gözlerindedir… Dilinden dökülende… Kalbinden gelende… İşte o bilgilere bakarak kiminle kardeş olduğunuza karar vereceksiniz.
Bize kiminle kardeş olacağımızı kimse dayatamaz. Haliyle, kimin bizden olmadığını da birilerinin keyfi ve zamanla değişen tarifleriyle belirleyecek de değiliz.
Kardeş olmak, kalptaş olmayı gerektirir…
Kardeş olmak, acıdaş olmayı şart koşar…
Kardeş olmak, sevinçtaş olmakla beslenir…
Kardeş olmak, kardeş olunmayacaklarla mesafe arzu eder…
Kardeş olmak için kardeş olmak gerekir…
Duygulanıyoruz…
Bir türlü, bana bu satırları yazdıran o elim mevzua gelemiyorum. Söz edemiyorum. Dile dökemiyorum. Kelimelerle ifade edemiyorum.
O acıyı hakkıyla idrak edememenin ve o acının yakınından bile geçmeyecek tâli meselelerle hayatımızı heba etmenin verdiği güvensizlik, hissizlik ve hadsizlikle kala kalıyorum…
Evet, dünya üzerinde ne acılar yaşandı. Akla hayale gelmeyecek zulümler, akla hayale gelmeyecek suskunluklarla tasdik edildi. Zulmü olarak değil üstelik, gayet normal meseleler gibi…
Evet, kardeş seçen bir kalleşlik söz konusu… Suni sınırlar içine hapsedilmiş ilkel bir anlayışla, mikromilliyetçilikle, modernizmle, illiyetçilikle seçiciliğe hapsolmuş neşemizle, nice zulümlere sessiz kaldık…
Evet ama yetmez mi?
Artık yetmez mi!
Sorunumuz, kardeşlik tanımımız! Allah aşkına vicdanınızla yeniden şu tarifi ele alın…
Yeter artık acılarımızı tanımazlıktan gelmelerimiz…
Suriyeli olduğundan, ‘ülkemiz’e ‘sonradan’ geldiğinden, mülteci diye nitelendirildiğinden ötürü kardeş görülmemeye hüküm giymiş insanlarla göz gözeyiz artık…
Suriyeli Halid Al-Rahmun sizin neyiniz olur?
Yabancı mı? Onu size yabancı kılan bu acı mı?
Eşi ve daha yürümeye başlamamış çoçuğuna reva görülen şeyin acısı, Halid’le kardeş olmanı sağlamayacak mı?
Acının kardeşliğe yetmediği yerde kardeşliğin acısı yaşanır. Kardeşlik azalır.
Çalkalanıyoruz dedim ya. Hepinizin içinde kaynayan bir yara var.
Suriyeliyi kardeşi gibi görmediğini söyleyen kardeşim…
İçindeki suya kulak ver. Senin insan yapan huya kulak ver. Zalimin kimliğini sorgulamak, mazluma kimliğini sormak, kendinde öldüreceğin kendinin adımlarıdır…
Halid’in acısı, hepimizin acısı. Çünkü kardeşiz…