“Abdullah”

Abone Ol

Aynı yaşlardayız. İkimiz de ortaokulda öğrenciyiz. Ama farklı zamanlardayız. Apayrı mekânlarda. Belli ki o benden önce üşümeye başlamış. Karanlığı iliklerine kadar hissetmiş. Benim aradığımı benden önce aramış. Bir sıcaklık. Bir ümitli tebessüm. “Bir yerlerden bir ışık sızmalı!” diye diye sızlanmış olmalı…

Abdullah’tan kırk yıl sonra, çay kokulu bir akşamüzeri buluyorum aradığımı. Gözlerimi büyülüyor kitabın rengi. Hiç böylesini görmemişim. Adı da aykırı geliyor kitabın: Sözler! Kapağı siyah değil. Koyu yeşil değil. Kırmızı… Kan kırmızı.

O akşam şafağım söküyormuş meğer; gün doğumum başlıyormuş.  O gün bugündür, o ‘kırmızı’nın sıcacık renginden sonuz mavilerin yüreğine dokunuyorum. Kur’ân’ın kalbinden akan o duru nehrin akışındayım. Kavgalar umurumda değil, kaygılarımı bire indirmişim. Ayetü’l Kübra diye bir eserin vadilerinde dolaşmışım, göğünde kanat çırpmışım. Başka, bambaşka kelimelerle yürüyorum artık.

Aynı yaştayız Abdullah’la. Nasibimizi aynı ocakta buluyoruz. Kül renginde değil; köz renginde bir kırmızıda. Ne var ki ben o kırmızının sefasını sürerken, o cefasını çekmiş. Köz sıcağındaki kelimeleri harlayanlardan olmuş. Uykusuzluktan kan çanağı olmuş iki gözde görmüş kırmızıya çalan hakikatin yakıcılığını. Kastamonu’nun soğuğunda, merdiven altlarına hapsedilmiş bir sürgünün kanayan avuçlarında tatmış sabrın acı meyvesini.

“Öğretmenlerimiz Allah’tan söz etmiyor…” itirazını, kalıbı mahpus kalbi mahzun tüm zamane gençleri adına seslendirmiş Abdullah. Birkaç ‘parlak’ gençten biri Abdullah… “Parlak…” dedimse, benim demem değil; asrın kalbine çerağ olan Bediüzzaman’ın gördüğü parlaklık acaba nasıl bir parlaklıktır! Bu yüzden midir asra yaklaşan ömründe için için yanması Abdullah Yeğin’in? Kendine biçilen role, tayin edilen mekâna, yana yana da olsa razı olması bu sebepten mi?

“Bediüzzaman’ı ziyarete giden var mı aranızda?” diye hesap sorulduğunda, henüz 13-14 yaşlarında bir ergenden umulmayacak dirayetle ortaya atılıyor… Okuldan uzaklaştırma cezası aldığında, alnına yazılana yakınlaşıyor. Asıl mektebini buluyor; Risale-i Nur okulunun çırağı oluyor. Hep yeni kalacak bir lügatin heceleri arasından bize tebessüm ediyor.

Abdullah Yeğin, sabrın ateşinde pişirdiği tatlı kelimelerle tutmuştu elimizden. Hâlâ daha tutuyor. Kelimelere tutunan her kalp, adını tarihe “Abdullah” diye yazdırıyor.

Onun yanına.

Onun yerine…