27 Nisan 1909 Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi aslında büyük Osmanlı devletinin yok edildiği gündür.
Akılsız siyasetçilerin, fikri fukaraların, terörün gerçek niyetinden bihaber olanların, tarih şuurunun ne demek olduğunu bilmezden gelenlerin ve bilip de bunu yok etmek için bin bir yol tezgâhlayanların medyanın, muhalefetin sözde aydınların aslında neyi amaçladıklarını çok net ortada.
Geçmişin bu güne ışık tuttuğunu bilmemek ahmaklıktan öte hainlikten başka bir şey değildir. Osmanlıyı yıkan ve darbe üstüne darbe planlayanların bu güne dair ne çok benzerlikleri var aslında.
Bu günün Türkiye’si dün olduğu gibi etrafını örümcek ağı gibi ören küresel bir komplonun hedefinde… Bir yanda ne yazık ki gücünü demokrasiden aldığı halde demokrasiye karşı duran siyaset var… Bir yanda ise küresel oyun kurucuların tezgâhladığı terör… Bir yanda ise sözde ‘aydın’lar eliyle milletin bütün kutsallarına, bütünlüğüne ve hürriyetine yönelen aşağılamalar ve tetikçi hareketler… Bir yanda da küresel oyun kurucular… İşin ilginci bu yeni bir senaryo değil, son da değil hep oldu ve olmaya da devam edecek…
Osmanlı Devleti’nin “Son Hakan”ı Sultan Abdülhamid’e yönelen darbe ile bugün olan bitenler arasında çok önemli benzerlikler ve parametreler var.
İşte bu yüzden Payitaht Abdülhamid son derece önemli bir dizi. Bunu herkes çok iyi biliyor ve bu yüzden savaş çok çetin geçecek gibi görünüyor ama gerçekleri artık gün yüzüne çıkarmanın zamanı.
Pek çoğumuzun bilmediği birkaç bilgi…
Kızıl Sultan dedikleri Abdülhamid han aslında son derece merhametliydi. Kendisine suikast planları yapan insanları bile affetmişti.
Tedbiri elden bırakmayan şüpheci bir yapısı vardı. Hatta bir sözünde “Beni evhamlı sanıyorlardı hayır! Ben sadece gafil değildim o kadar.” demiştir. Evhamlı olmasında da aslında son derece haklıydı zira çevresinde bin bir entrika dönüyordu.
Geceleri önemli bir mevzu söz konusu olursa uyandırılmasını isterdi. Bir gece yarısı Başkâtip Esat Bey çok önemli bir haberin imzalanması için Abdülhamid’in kapısını çalmıştı. Ama açan olmamıştı. Bir süre sonra Abdülhamid Han elinde havluyla kapıda görünmüş ve şöyle demişti: ” Evlat bu vakitte çok mühim bir iş olduğunu anladım. Ama abdest aldığım için geciktim, kusura bakma. Ben bu zamana kadar hiçbir devlet işini abdestsiz imzalamadım. Getir şimdi imzalayayım.” Demiştir.
Bunun ne demek olduğunu anlamak için gönül gözü ile bakmak yeterlidir.
İsraftan, savurganlıktan kaçınan bir yapısı vardı. İktisadın ne demek olduğunu çok iyi bilirdi ve bu yüzden kardeşleri ile arasında ki fark çok açık ortadaydı. Kardeşleri para yetiremezken o iktisatlı yaşantısı sayesinde onlara borç verir duruma gelmişti.
Abdülhamid Han 1. Dünya Savaşı başlarında Enver Paşa’ya şöyle demişti:
“Bizim bu savaşı kaybetmemizde Yahudiler’in büyük rolü olacaktır. Almanlar çalışkan ve dinamik millet olsalar da dünya siyasetini bilmezler. Yahudiler’den intikam almaya kalkacaklardır ve değişik ülkeler Almanya’ya saldıracak böylelikle 2. Dünya Savaşı çıkacaktır. Kendilerine yapılanları çok fazla abartacak Yahudiler Filistin’de devlet kurmak için gereken desteği alacaklar. İşte 3. Dünya Savaşı da bunda gömülüdür.” demiştir.
Bu ileri görüşlülük pek tabii öncesi ve sonrasında iç ve dış düşmanları rahatsız etmiştir.
Marangozluk işiyle de uğraşıyordu. Hatta Osmanlı-Yunan savaşında (1897) yaralanan askerlere baston hediye ettiği bilinir.
Hamidiye Su aslında 1902 yılında 2. Abdülhamid Han tarafından kurulmuştur.
Ayrıca onun zamanında birçok demiryolları yapılmış, çiftçilere destek gayesiyle Ziraat Bankası açılmış, Mekteb-i Hukuk-u Şahane adında hukuk fakültesi açılmış, çeşmeler yapılmış ve daha birçok alanda eserler ortaya konulmuştur.
Yunan seferi sırasında hazinede yeteri kadar para olmadığı için şahsi servetinden masrafları karşılamıştır. Bu Abdülhamid Han’ın iktisat konusunda ne denli ileri görüşlü olduğunun delilidir.
Yahudiler Filistin’de bir devlet kurmak istiyorlardı. Siyonistlerin başkanı Theodor Herzl bu konuyu 2.Abdülhamit’e açtığında 2. Abdülhamid tarihi cevabını verdi: BEN BİR KARIŞ DAHİ OLSA VATAN TOPRAĞINI SATMAM ZİRA BU VATAN BANA DEĞİL MİLLETİME AİTTİR. MİLLETİM DE BU TOPRAKLARI ANCAK ALDIĞI FİYATA VERİR. ÇÜNKÜ BU TOPRAKLAR KANLA ALINMIŞTIR, KANLA VERİLİR!
Bu bir kendine gelme hareketidir. Bu kodlarımızı yeniden tespit etme çalışmasıdır. Tarihimizi ret etmeden iyisi ve kötüsüyle anlama ve bundan ders çıkarma şuurudur.
Bağıranlar bağıracak ama gerçekler ortaya çıkmaya devam edecek…