Son günlerde ABD’de İsrail soykırımına karşı yükselen bir ses var bugüne kadar gördüklerimizden biraz farklı bir ses olarak.
Bu farklı ses, vicdanın öğrencilerdeki tecellisi aslında.
İsrail ve ABD’nin bütün karartma ve sansür çabalarına rağmen gerçeğin gizlenemez olduğu hakikatinin de bir tecellisi bu ses...
Gittikçe daha yüksek ve sarsıcı dalgalara dönüşen bu vicdanın sesi karşısında direnmek, bir noktadan sonra imkânsız hâle gelebilir.
Zira “Modern çağın gerçek kralı kitlelerdir” sözü, Fransız İhtilali’nden bu yana kendini defalarca ispatlamıştır.
Sokrates, MÖ beşinci yüzyılda “Hiç kimse bile bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir” derken İsrail’in -bile isteye- gerçekleştirdiği katliamlarını, soykırımını görmemişti elbette.
Bütün kapıları içeri açılan siyonizm, kilitlendiği batıl inançlarına ulaşma hedefi için kulaklarını da tüm dış seslere kapatmış görünüyor.
Tüm kapılarını, pencerelerini kendi elleriyle kapatıp uykuya dalmış diğer devletleri ise sokaklara dökülen vicdanlılar uyandırmaya çalışıyorlar.
ABD, yaşanan çifte standardı gören ve bunun için sesini yükselten geçlerin sesini “antisemitik” yaftasıyla kısmaya çalışırken de bambaşka bir çelişki üretiyor.
Her dinden, her kültürden ve pek çok milletten hatta Yahudilerden oluşan öğrenci protestocular, bu zemindeki iddiaları daha en başından geçersiz kılıyor.
Vicdanın ve hakikatin başkaldırısı olan öğrenci protestoları, eğer gerçek bir komut etrafında bütünleşebilir ve enerjisini gerçek bir liderin etrafında odaklayabilirse önüne neyi katıp götüreceğini ABD ve İsrail bilmiyor olamaz.
O sebeple de bunun olmaması için bir çaba sarf ediyorlar.
Fakat bu süreçte yapacakları öngörüsüzlükler ve kullanacakları ifadeler, çok şeyin yönünü değiştirmeye de kadirdir.
İlk tepkiyle söylenen ve hareketleri aşağılayan, suçlayan ifadeler; gösterileri bir anda ABD’nin her bölgesine yayabildi mesela.
Yeni sözlerin ve tepkilerin niteliği hareketin şeklini ve seyrini de çok farklı hâle getirebilir.
Kendi topraklarını savunma isteğinden başka hiçbir emeli olmayan Filistinlilerin ölümüne kör ve sağır olanlar bir yana siyonist İsrail’in, katliamlarının sebebi olan korkusu çok eski ve dinmemiş bir korkudur.
Yarın korktuğu şey olmasın diye, ona korktuğunu yaşatma ihtimali olanları şimdiden öldürmek isteyen bu vehimli zalimlik; yaptıkları, kanunlarda hiçbir suça karşılık gelmeyen Sokrates’in, sırf fikirleriyle düzeni yıkabileceği korkusuyla idama mahkûm edilmesi gibi, Filistinli bebekler de daha kundakta iken ölüme mahkûm ediliyorlar.
Sokrates’in karısına, “Evet, haklısın. Beni haksız yere öldürecekler, haklı yere öldürseler daha mı iyiydi?” sorusu elbette sarsıcı bir ikna gücüne sahip görünüyor.
Lakin bugün bütün insanlığın gözü önünde yapılan infazlar, hiçbir kararın neticesi olmadığı gibi, katledilenler lehine verilen kararlara rağmen gerçekleşiyor.
Filistinlilerin gücü haklı olmalarından geldiği gibi, haklı olarak şehit olmaları da onların onurunu ve şanını yüceltirken acaba insanlığı nereye sürüklüyor?
Gazze, iktidarların gerçek yüzünü ortaya çıkaran bir turnusol olarak da çok önemli oldu.
Bugün toplumlarıyla devletleri arasındaki tutum ayrışmasının en temel sebebi de bu özelliktir.
Öğrenci protestolarının, 1947’den bu yana Filistin hakikatinin yanında olanların bir gölge ile savaşmadıklarının tecellisi olması en büyük arzumdur.
Nasıl ki Sokrates, davasını ölürken kazandıysa bambaşka bir inancın ve coğrafyanın çocukları da bugün ölürken kazanıyorlar aslında.
Önemli olan, Sokrates’in ölümünü izleyenlerin ve yargılayanların kaybettiği gibi, Gazzeli çocukların ölümünü izleyenlerin de ebediyen kaybetmemesidir.
Belki bugün vicdanın sesi olan öğrencilerin en temel korkusu da işte bu onur ve haysiyet savaşını ebediyen kaybetmemektir…