1954 yılında Adnan Menderes, Demokrat Parti’yle girdiği seçimleri rekor bir oyla kazanarak CHP’nin 31 sandalyesine karşı 489 sandalyeyle büyük bir üstünlük kurmuştu. Adnan Menderes, iktidara gelir gelmez hizmete ve kalkınmaya odaklandı; halkın gözünde gücü daha da artınca CHP için ölümcül gerileme başlamış oldu. Çok değil birkaç yıl içinde 1955’te DP içinde çatlak sesler çıkmaya başladı, bazı milletvekilleri yıllar sonra ortaya çıkacak pazarlıklar sebebiyle istifa ettiler; bazılarıysa DP’den ihraç edildi. Aradan geçen birkaç yıl içinde önce üç bakan Sıtkı Yırcalı, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu bakanlıklardan istifa eder ve CHP’nin dışarıdan yaptığı plan gereğince bütün kabinenin istifası gündeme gelir. Adnan Menderes mecburen hükümetin istifasını, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a sunar ve hükümet düşer.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, yeni bir hükümet kurulmasını ister. Adnan Menderes, 1955’in Aralık ayında 22. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni kurar ama bu hükümetin ömrü de 1957 seçimlerinde biter. 1957’de yeniden seçim olur; bu sefer Adnan Menderes’in DP’si 519, CHP 173 ve Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ise 4 sandalye kazanır. Adnan Menderes bu zaferinin de ardından oyunu sertleştirir ve 1958 Meclis konuşmasında CHP’ye “arka kapı” faaliyetlerinden dolayı meydan okur. CHP’liler hemen ertesi gün Adnan Menderes’e karşı kendilerini “Cumhuriyet’in kurucusu ve hükümetin koruyucusu olduğu için demokrasinin en büyük garantörü” ilan eder. Sonra İsmet İnönü ve Menderes arasında o meşhur “idam sehpası” ve “yumruk atma” ithamları/polemikleri yaşanır ve İsmet İnönü, TSK’yı işaret ederek Menderes’i tehdit eder.
Bütün bu sürtüşmelerin arasında Adnan Menderes hükümeti, Arapça ezan için serbestlik başlatır. Elbette bu durum CHP ve ordu için bulunmaz bir fırsat olur ve “Rejim değişiyor, şeriat geliyor, Cumhuriyet’in kazanımları kaybediliyor” propagandaları başlar.
*****
Herkes, Menderes’i Cumhuriyet’e ihanetle suçluyordu ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Arapça ezan yasağının kaldırılmasını bir türlü imzalamıyor bekletiyordu. Bu arada gazeteler, üniversitelerde akademisyenler, tiyatrocular, Harp Okulları ve CHP’li milletvekilleri “Ordu göreve” diye çılgınca kampanyalar yapıyordu. Ordu artık darbe yapmaya hazırdı ama zemin hazır değildi. Zemini hazırlamak için “darbeyi olgunlaştırma süreci” denilen çalışmalara hız verildi. CHP, paralardan Mustafa Kemal’in fotoğrafını kaldırıp kendi milli şefleri İsmet İnönü’nün fotoğrafını koymuştu. Menderes bunu fırsat olarak gördü ve paralardan CHP’nin milli şefi İsmet İnönü’yü kaldırıp Mustafa Kemal’i koymak için hamle yaptı. İşte bu, aslında bardağı taşıran son hamleydi, deyim yerindeyse CHP’iler çılgına dönmüşlerdi. Celal Bayar, ordu ve CHP, kapalı kapılar ardında ABD ile pazarlıklar yapıyor ve hükümeti giderek köşeye sıkıştırıyorlardı ki Menderes, ABD’ye karşı Rusya’ya yakınlaşma hamlesi yaptı. İşte bu son hamleyle darbe meşru zemine gelmiş oldu. ABD gemiden inmeye çalışan Türkiye’yi 27 Mayıs muhtırasıyla cezalandırdı ve sürecin sonunda Menderes (ABD tarafından) asılarak şehit edildi.
Bugün hâlâ etkisi hissedilen büyük darbe, bundan sonra başlıyor aslında. Bütün bu sürecin sonunda başta ABD ve Türkiye yerleşik düzeni büyük bir ders almışlardı. Artık meşru yollarla iktidar olmayacakları bir döneme girdiklerinin farkındaydılar ve gerçekten o günden sona bir kere bile sandıktan çıkarak demokratik yollarla iktidara gelemediler. Alman asıllı ABD Başkanı Eisenhower’ın bir planı vardı. Asıl planı 1960 yılında Eisenhower yapmıştı ama kendinden iki yıl sonra gelecek olan Johnson’un uyguladığı “Devlet ayrı, hükümet ayrı” şeydir diye bir planla ABD sömürgesi ülkelerde hükümetlerden bağımsız bürokratik oligarşi kurmaktı.
NATO’nun ilk komutanı da olan Alman Yahudi’si ABD Başkanı Eisenhower, kontrol ettikleri 14 ülke için memur kanunu tasarlamıştı. Bu plana göre o ülkelerde hükümete kim gelirse gelsin memur kadrosu devleti yönetecek ve yerleşik düzen korunacaktı.
Menderes’in asılmasının ardından yeteri kadar had bildirilmiş Türkiye, 1960 yılında ABD tarafından hazırlanan Devlet Memurları Kanunu 1965’te yazıldı ve 1969 yılında Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu (DMK) adıyla yürürlüğe girdi.
O günden sonra “Devlet ayrı, hükümet ayrı” diye bir tarifle siyasal hükümetlerin devleti yönetmesi giderek zorlaşmaya başladı ve devlet yargı zırhına bürünmüş memurlar tarafından adım adım ele geçirildi. Artık başbakanların, baklanların yetkileri göstermelikti ve herhangi bir gümrük müdürü, bakanın, başbakanın hatta cumhurbaşkanının talimatlarını yok sayabildiği, görevinden alınırsa idari mahkemeyle geri döndüğü bir yerleşik düzenine geçilmişti. Bütün memurları töhmet altında bırakmak haksızlık olur; ancak halk arasında memurları kastederek söylenen “Salla başını al maaşını” lafı da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Artık bu yeni düzende memurlar kendi aralarında gizli bir teşkilat olarak halkın oy vererek yetkilendirdiği hükümetlerden bağımsızdılar.
Yani, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle 1969 yılında mecburen yediğimiz kazıktan kurtulma imkânının doğması, ABD’nin en çok rahatsız olduğu konulardan biri olduğuna inanıyorum. “ABD bizden vazgeçemez, arada bir döver; olsun vursun ne olacak ki bizim babamız sonuçta” diye analizler yapan sözün ona uzmanların sömürgeciler tarafından istimlak edilmiş zihinlerinde yatan en büyük korku bu işte. Çünkü sandıkla iktidara gelmiş bir hükümetin gerçekten devlet olma ihtimali emperyalizmin, devleti kaybetmesi demektir ve bunun için savaşabilirler.