8 Yaşındaki Kız Çocuklarını Madenlerden Kim Kurtaracak?

Abone Ol

1838’de Silkstone’daki Huskar kömür madeninde feci bir kaza yaşandı. Kaza sonucunda 26 çocuk -evet çocuk- öldü. Çocuklardan 15’i erkekti ve yaşları 9 ilâ 12 arasındaydı. 11’i ise kızdı ve yaşları 8 ilâ 16 arasında değişiyordu. Evet, 19. yüzyılın başlarında İngiltere’deki kömür madenlerinde çocuk ve kadınların çalıştırılması istisna değil, kuraldı. Çocuklar ve kadınlar günde 14-15 saate kadar çok kötü şartlar altında madenlerde düşük bir ücret karşılığı çalıştırılıyorlardı. 1838’de yaşanan bu kaza akabinde hazırlanan rapor neticesinde devlet -hızlı davranarak- 1842 yılında bir kanun çıkardı ve çok güzel ve “doğal” bir şekilde işleyen serbest piyasaya müdahalede bulundu. Bu kanuna göre artık kadınlar, kızlar ve 10 yaşın altındaki erkekler madenlerde çalıştırılamayacaktı. Ne diyordu İsmail Kılıçarslan: Bu, burada bir dursun.

Atilla Yayla hoca Perşembe günü Yeni Şafak’ta ilginç bir köşe yazısı kaleme aldı. Yazıdan iki uzun iktibas yapacağım:

“Herkes hatırlayacaktır, [Soma’daki kömür madeni faciasından sonra paniğe kapılan hükümet, bu alanda bazı yasal düzenlemeler yaptı.] Buna göre, işçilere asgari ücretin en az iki katı maaş ödenecek, yeraltında çalışacak işçiler haftada en fazla 36 günde en fazla 6 saat çalıştırılabilecek. Madenciler 55 yerine 50 yaşında emekli olacak.”

“Kim bu amaçların benimsenmesine ve kovalanmasına itiraz edebilir ki? (…) Ama bunu yapamayız. Niye yapamayız? Ekonominin gerçekleri buna izin vermediği için. Ekonominin gerçeklerini ise alandaki şartlar, olgular belirler. Gerçekler hesaba katılmazsa iyi niyetle alınan kararlar hiç de istenmeyecek, hatta iyilik yapılmak istenen insanlara zarar verecek sonuçlara yol açar.”

Yayla’nın yazısının ana fikri ise şuydu: Dünyadaki ekonomik işleyiş belirli kanunlara tabidir ve devlet yasama faaliyeti ile bu “doğal kanunları” değiştiremez. Hatta bu doğal yasaların ruhuna aykırı bir yasama faaliyetine girişirse, sonuçta arzu edilenin tam tersi yönde sonuçlar ortaya çıkabilir.

Peki, gerçekten de böyle mi? Aslında değil. İktisat bilimi; Newton Fiziğinin görkemli bir itibara sahip olduğu, Laplace’ın şeytanının zihinlerde hüküm sürdüğü, insanların artık tamamen kontrol edebildiklerini ve üstünde zihni hâkimiyet kurabildiklerini düşündükleri deterministik bir dünyada ortaya çıkmaya başladı. Fizik biliminde bu dönemde yaşanmaya başlanan bu gelişmeler insanların dünya ve evren algılarını geri dönüşü imkânsız bir şekilde dönüştürdü ve insanları gerçek anlamda büyüledi.

İktisat bilimi de işte Fizik biliminin böylesine aşkın bir itibara ve üstünlüğe sahip olduğu bir dönemde ortaya çıkmaya başladı. İlk iktisatçılar da iktisadı olabildiğince Fizik gibi bir bilim haline getirmeye çalıştılar. Bunun için de yapmaları gereken şey, iktisat biliminde de Fizik’te olduğu gibi “doğal kurallar” türetmek ve iktisat biliminin eksenine bu kuralları koymaktı. Böylece iktisat bir bilim haline gelebilecekti.

Bu noktada ünlü iktisat tarihçisi Mark Blaug’a kulak verelim: “[İktisat biliminin kurucusu addedilen Adam Smith’in ünlü eserleri Ahlaki Duyguların Teorisi ve Ulusların Zenginliği] Smith’in Newton’cu metodu, önce etiğe sonra da iktisat bilimine bilinçli bir şekilde uygulama çabaları olarak düşünülmek zorundadır.” Yine tarihçi Andrew Skinner’a göre de [Smith’in iktisadının] temelde Newtoncu Fizik’ten hareketle ortaya çıkarıldığına şüphe yoktur (Bkz. Deborah A. Redman, “Adam Smith and Isaac Newton”).

Devlet ise iktisadın bilim haline gelebilmesinin önündeki en büyük engeldi. Zira, nasıl ki güneş sistemine dışarıdan müdahalede bulunabilen akıllı bir varlık yoksa, piyasa sistemine de dışarıdan müdahalede bulunan devlet gibi akıllı bir varlık olmamalıydı. İşte Klasik iktisatçıların devlete karşı alerjilerinin temelinde -ne yazık ki- bu çarpık anlayış vardır.

Fizik biliminde evrensel kurallar var ve bunlar en azından atom üstü dünyada çalışıyor görünüyor. (Olayları biraz daha karmaşıklaştıralım. Hep verilen örnek yerçekimi kanunudur, değil mi? Aslında Fizik bilimi halen yerçekiminin nasıl olduğunu ve hatta gerçekte olanın yerçekimi olup olmadığını bilmiyor. Ayrıca, Fizik’teki dört temel kuvvetten sadece kütleçekimini sağlayan parçacık olan graviton “henüz” bulunamadı. Zaten atom altı Fiziği ile atom üstü Fiziği arasında da çok derin bir uçurum var. Yani, Fizik’te bile kurallar o kadar “evrensel” değil.)

Peki, iktisat bilimindeki “evrensel kurallar” neler? Klasik iktisatçılara göre iki temel evrensel kural var: İnsanlar tamamen bencildir ve tam anlamıyla rasyoneldir.

Klasik iktisat işte sadece ama sadece bu iki temel prensip üzerine kurulmuş ve insanoğlu tamamiyle bir çöp adama indirgenerek iktisat “bilim” haline getirilebilmiştir. En azından Klasik iktisatçılara göre.

Yayla işte bu noktada Klasik iktisatçıların bakış açısıyla, güneş sistemi nasıl kendi kendine çok iyi işliyorsa, ekonomik sistemin de yine öyle çok iyi işlediğini söylüyor ve bu ekonomik rasyonaliteye devletin karışması durumunda ortaya çıkabilecek nahoş durumlara bir örnek veriyor.

Maden çalışanlarına özel bir asgari ücret belirlenmesinin ekonomik ve sosyal anlamda ne gibi sonuçlara yol açacağı konusu ise Yayla’nın öngördüğü kadar hiç de açık ve net değil. Ekonomik kaynakların kuralsız, hiçbir düzenleme ve denetimin olmadığı bir işletmede verimli bir şekilde kullanıldığını hiçbir şekilde söyleyemeyiz. Yeni getirilen kural ve düzenlemelerden sonra da ekonomik kaynakların verimsiz olduğu bu alandan çıkması ve verimsiz üretim yapan söz konusu işletmelerin kapanması da ülke ekonomisi için uzun vadede iyidir. İngiltere’de 19. yüzyılın ortalarındaki makine kırıcılarını hatırlayın. Bu yaptığım gerekçelendirmenin de tamamiyle Klasik iktisat bakış açısıyla yapıldığını özellikle vurgulamak istiyorum. Kim demiş Klasik iktisat çelişkilerle malul değil diye?

Ekonomik hayatı yönlendiren şey “evrensel yasalar” değildir. Hatta konunun bununla hiçbir alakası yoktur. İnsan davranışının kodlarını ortaya serebilecek herhangi bir aşkın “doğal kanun” yoktur. İnsanoğlu inanılmaz boyutta karmaşık bir varlıktır. Dünyada Klasik iktisatçıların öngördüğü çöp adamlar değil; dokuz yüz katlı ve kanlı-canlı insanlar yaşamaktadır. Ekonomik hayat da bu açıdan kurumsal ve organizasyonel kültür ve kısıtlayıcı-yönlendirici kanunlarla yönetilmek zorundadır ve yönetilmektedir. Devlet ekonomik sistemin en büyük ve en gerekli oyuncusudur. Yoksa 8 yaşındaki kız çocuklarını madenlerden kim kurtaracak?