Gündem

6 Şubat depremleri bize neyi hatırlattı?

6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden neredeyse 1 sene geçti… Zaman, kimi için aktı kimi için durdu. Her ne kadar yaşanan felaket çabuk unutulsa da 6 Şubat hafızasını kimileri hala yaşatmaya çalışıyor. Çünkü unutmamalı, unutturulmamalı. Peki bu felaketten ders çıkardık mı? On binlerce vatandaşımızı kaybettiğimiz depremlerden geriye ne kaldı? 6 Şubat depremleri bize neyi hatırlattı?

Abone Ol

DEMET İLCE / MUHABİR

Kimilerine göre kader, kimilerine göre ihmal ve liyakatsizliğin sonucu...  Her ne olursa olsun, artık 11 ilimizde hiçbir şey eskisi gibi değil. Gece yarısı saat 04.17 ve yine aynı gün 13.24’te meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki felaketler karşısında hepimiz şoke olduk, elimiz kolumuz bağlandı. Her ne kadar Türkiye’den ve birçok ülkeden deprem bölgesine yardımlar gitse de ne yazık ki yeterli olmadı. Genci, yaşlısı, bebeği, kadını, erkeği, fakiri, zengini fark etmeksizin on binlerce insan enkaz altında ya da hastanelerde can verdi. Peki geriye ne kaldı? Asıl soru; bu felaketlere ne sebep oldu? Depremlerden sonra neyin farkına vardık?

6 ŞUBAT DEPREMLERİ BİZE NEYİ HATIRLATTI?

Sosyolog Bünyamin Ayhan, 6 Şubat depremlerinin bize neyi hatırlattığını Diriliş Postası’na anlattı…

Toplum olarak geçmişte meydana gelen depremlerden bir ders ve yol haritası çıkarmadığımız için toplumsal hafızamızın sağlıklı işlemediği ve hafızamızı kullanmadığımızı, dolayısıyla geçmişle gelecek arasında bağlantı kurmada sorun yaşadığımız göstermiştir.

Doğa ve doğa olaylarını analiz etmede, bunları toplumsal yapımız ve gündelik hayatımızın bir parçası olduğunu ifade eden bilim ve bilimsel örgütlenmelerle ciddi sorunlarımızın ortaya çıkarmıştır.

İnsanın değeri ile kültürel kodlarımızda oluşturduğumuz birçok olumlu özelliğin kriz dönemlerinde işlemediğini göstermiştir.

Kentleşme ve kentlileşme ile ilgili sorunlarımızın olduğu ve medeniyetimizin kent inşa edemediği ortaya çıkmıştır. Kentlerin coğrafi konumları, arazi seçimi, bina üretimi ve insani özelliklerin rant ve politik arzularla ortadan kalktığı ortaya çıkmıştır. 

Olağanüstü durum olarak krizin yönetilmesi ile sorunlar olduğu ve sorunların nasıl çözüleceği belirlenememiştir.

Depremle ilgili dikkati çeken bir başka nokta ciddi bir sansür sorunu olduğudur. Geçmişte (Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi) de böyle durumlar olmuştur. Fakat 6 Şubat depreminde özellikle internetin yavaşlatılması ve bazı noktalarda karartma, teknolojik araçların çalışma sorunu ve cep telefon sisteminin çökmesi, depremin etkileri de daha artırmıştır.  

Teorik olarak depremle ilgili kanun ve yönetmeliklerin olmasına rağmen pratikte bunların işlemediği, depremle birlikte tekrar kendini hatırlatmıştır.

Toprak rantının görülenden daha fazla yapı ile ilişkili ve merkezden çevreye doğru (iktidar muhalefet fark etmeden) toplumun her kesiminin birlikte faydalanmak istediği bir alan olduğu ve sosyo-ekonomik yapıda temel belirleyici unsurlardan olduğu durumu bizlere somut olarak gösterilmiştir.  

Toplumsal ahlakın işlediği ve işlemediği alanların ortaya çıkarmıştır.

Propaganda ve gerçeklik arasında çizginin kaybolduğu, gri noktaların güçlü olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Rakamlar, mekanlar ve katkılar her noktada soru işaretini artırmıştır.

Deprem olgusu bize aynı zamanda toplumsal bilinçle destek olgusunu öne çıkarırken bazı kişi ve kurumların depremi kendi menfaatine çevirmeye çalıştıkları, mevcut durumu fırsata ve kendi menfaatlerine dönüştüren grupların varlığı dikkat çekmiştir.

Deprem sonrası toplum anomi ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Örneğin ev kiraları gereksiz artmış en temel ihtiyaçlar lüks haline dönüşmüştür. Diğer taraftan toplanan yardımlar, kişilere ulaşma, eşitlik, sistem ve güvenlik olmak üzere her alanda patolojik unsurlar oluşmuştur. Özellikle siyasetin depremde öne çıkması, toplumun olağanüstü bir süreçte dahi kutuplaşmasına engel olamamıştır. Oysa felaketler, krizler insanları bir araya getirir, ötekini düşünmeyi zorunlu kılar. Oysa 6 Şubat Depremi bu noktada olumsuz süreçlerle tarihe geçmiştir. Zihinsel yapılarımızın sorunlu olduğunu göstermiştir.

Sivil toplum kuruluşlarının siyasal yapı ile bağlantısı net olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal algı da devlet bağlantılı kurumlar değil, daha sivil, hızlı hareket edebilen ve birey öncelikli kararlar alabilen yapılara destekler gelişmiştir.

Deprem olgusu ve kaybedilen canlar, oluşan maddi ve manevi zararlar, çok geçmeden yapılan seçim çalışmalarında siyasi argümanlarda kullanılmıştır.

Doğal olarak deprem birçok soruyu arkada bırakarak toplumsal hafızamızda yer almıştır. Başta güven duygusu olmak üzere, duygusal bağlar zedelenmiş bireyler kendi içerisinde tedbirle ilgili düşünceler geliştirmeye başlamışlardır. Üstelik buna İstanbul depremi söylemi olayın vahametini daha da artırmıştır. Kurumsal yapılara güven zedelenmiştir. Özellikle 99 depremi sonrası gelişen süreçler ve yapılan eylemlerin burada da gerçekleşmesi, eylemi yapanların yanında kar kaldığını göstermiştir. Suçlular ya küçük cezalar ya da ceza almadan suçlarından kurtulmuşlardır. Özellikle getirile aflar ve yargılamadaki farklılıklar eylemi yapanları bu işten caydırmamıştır.

Son olarak; depremi coğrafyasında yaşayan toplum olarak, en büyük organizasyonumuz olan devletin buna göre şekillenmesi ve başta kamu olmak üzere bütün bina, ulaşım ve diğer ana belirleyici hatların buna göre şekillenmesi gerekmektedir. İkinci nokta deprem eğitiminin, bilinç olarak eğitim sisteminde yer alması ve eğitim seviyesi arttıkça bunun artarak devam etmesi gerekir. Kültür araçlarımız ve sosyalizasyon sürecinde depremin yer aldığı etkileşim süreçleri devreye girmelidir. Şehirlerin imar planlamaları, risk analizleri ve krizlere dayanaklık testlerine tabi tutulmalı ve şehriler buna göre kategorilendirilmelidir. Bu kategoriye göre yatırım ve diğer üretim süreçleri değerlendirilmelidir. Kamuoyu şeffaf bir şekilde inşa edilmeli, siyasi reklam ve propaganda da uzak durulmalıdır. 

Depremle ilgili ceza ve yaptırımlar özel bir yasa ile düzenlenmeli ve suç aşağıdan yukarıya doğru artarak devam etmelidir. Özellikle bunun maddi kısmı ile ilgili noktalarda birey ve kurumlara ağır yaptırım ve şartlar getirilmelidir. Sadece bunlar değil denetleme sistemi getirilmeli ve bu alanda yer alan inşaat sektörü dahi temel eğitim almadan iş yapma izni verilmemelidir. Doğal olarak bu yeni bir yapı yönetmeliği ve rantın asgariye indirilme olayı olarak toplumsal alana yerleştikçe ciddi oranda gündelik Hayatlarımız daha sağlıklı hale gelecektir.  Örneğin Japon ve Sovyet bina sistemi buna örnek gösterilebilir.

Depremin en çok etkilediği noktalarda imar izinleri ve kent planlaması, siyasi karar değil, bilimsel sonuçlar ve şehrin ortak kararı üzerinden yapılanmalıdır. Böylece birey ve sivil toplumların devreye girdiği yapılanma ticari ve siyasi rant olarak toprağın dönüşümünün önüne geçebileceği gibi zorunlu olarak ölümlerin önüne geçecektir.