Dünyada yaşanan son gelişmeler, teopolitik amaçların diğer bütün stratejilerin önüne geçtiğini gösteriyor. Özellikle ABD’nin giriştiği hukuksuz son hamlesi el-Cûlân (Golan) ve onun öncesindeki Kudüs’ün başkent olarak ilan edilmesi hadiseleri “öylesine” değerlendirilemeyecek kadar ciddidir.
“Tanrıyı kıyamete zorlamak” hedefi ile yaşayan bu Evangelist Hristiyanlar ile Siyonist Yahudilerin ittifakı bu minvaldeki en temel üç hedefinden ikisini gerçekleştirmiş oluyor; eğer dünyanın geri kalanı bu felakete götüren adımı geri çeviremez ise…
Trump: “Golan’da İsrail egemenliğini tanıma zamanı geldi” derken aslında neyi vurguluyordu? Aslında bu gayet açık… Uzun bir dönemden beri Orta Doğu’da girişilen dizayn faaliyetlerinde belirli bir aşamaya gelindiğinin de delilidir bu… Yani aslında, “Artık buralarda ABD’ye dolayısıyla da İsrail’e kafa tutacak bir irade kalmamıştır” demek istenmiştir…
Öyle ya, kim direnecek bu haksızlığa. Körfez Harekâtıyla her yeri darmadağın edilmiş, son kalıntılarına da DAEŞ musallat edilmiş, etnik fayları yeniden harekete geçirilmiş bir Irak mı? Ya da bir darbe girişimiyle rejimi restore edilmiş, emirleri harfiyen uygulayan Mısır mı dur diyecek bütün bu olanlara…
Suudi Arabistan’ı her halde söylemeye bile gerek yok… “Ilımlı İslâm” safsatasını Türkiye yutturamayan ABD’nin bu önerisine, Vehhabi emelleri için balıklama dalan, eli kolu adeta bağlanmış, parası haciz edilmiş bir Suud Ailesi ve onun parasıyla sultasını devam ettiren diğer minik krallıklar da artık bir direnç göstermezler.
İran’ın hali de ortada iken geriye ne kaldı peki? İyice düşünmek lazım işte tam da bu noktada… Eğer bu noktada ki düşünmenin hakkını verebilirsek hakikat perdesiz olarak gözlerimizin önüne serilecek ve yaşadıklarımız yeniden anlam kazanacak…
Türkiye üzerine odaklanan ve artık ahlakı, vicdanı, mantığı kalmamış her türlü saldırıyı daha doğru bir açıdan görme şansımız olacak. Çünkü Evangelistlerin ve Siyonistlerin önünde başka bir engel kalmadı; tabi bizden başka…
Hamle yapanlar Türkiye’nin de en zayıf zamanlarını kolluyorlar. Kudüs’ün başkent olarak ilan edilmesinde ya da el-Cûlân’ın İsrail adına tanınmasında aynı yol izlendi… Birinde Afrin Harekâtına odaklanmış ve kendi güvenliğinin derdiyle uğraşan -uğraşmaya mecbur edilen demek daha doğru olur- bir Türkiye vardı. Şimdi de yerel seçimlere odaklanmış ve bir “beka” mücadelesi veren Türkiye… Bütün bunlar bir tesadüf olamaz herhalde…
Bu denli bir kuşatmayı göremeyen göz, işitemeyen kulak, hissedemeyen kalp nasıl olabilir… Kişisel çıkarlarının üzerine çıkıp ülkesinin derdiyle dertlenen bir akıl bunu nasıl olur da yorumlayamaz…
İsrail’in eski başbakanlarından Golda Meir: “Karamsarlık hiçbir Yahudinin göze alamayacağı kadar pahalı bir lükstür” diyor. Ben de sormak istiyorum o vakit. Peki, umutsuzluk bir Müslümanın satın alabileceği bir şey midir? Tabi ki asla!
Bir Müslüman sonsuz umutların sahibidir… Bütün “oyun”ların tersine döneceği bu imtihan günlerinden de dipdiri çıkacak olan hakikatin kendisi olacak. Hak geldiğinde batılın nasıl zail olduğunu milyonlarca kez gördü insanlık…
Hiçbir zalim, hak ile zail olmadan önceki o minik hükümranlığına bel bağlamamalı… Bu coğrafyada bin yıldır neyin hâkim olduğu ortadadır… Bu hakikat her türlü kuşatmaya hatta saldırıya rağmen değişmemiştir…
Türkiye oynanmak istenen her oyunun farkında olarak ayakta kalmaya, başta İslâm coğrafyası olmak üzere onun kalbi konumunda olan yerleri korumaya devem edecektir… Sizler adına üzgünüz ancak hevesiniz Allah’ın izniyle bir kez daha kursağınızda kalacak… Benden söylemesi…