Gündem

2 bin 847 hakim ve savcının meslekten ihracının gerekçesi açıklandı

Abone Ol

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun, 2 bin 847 hakim ve savcının meslekten ihracına ilişkin kararının gerekçesi Resmi Gazete‘de yayımlandı.

Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan kararın gerekçesinde, FETÖ/PDY’nin kuruluşu, yapılanması ve yargıdaki faaliyetleri hakkında bilgiler verildikten sonra, HSYK’ya intikal eden FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturma dosyaları özetlendi.

Dini duyguları istismar etmek suretiyle güvenini kazandığı insanları yıllarca kendi kirli planları doğrultusunda kullanan terör örgütünün gerçek yüzünün anlaşılarak devletin bu yapıyla etkin mücadeleye başlaması sonrasında, mevcut kadrolarını korumakta zorlanan, tasfiye sürecine giren, ekonomik ve siyasi yönden zayıflayan örgütün “mağdur edebiyatı” stratejisi üstüne kurulu algı yönetiminden de sonuç alamayacağını anlaması üzerine 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulunduğu anlatılan gerekçede, şunlar kaydedildi:

“Mülkiye, adliye, emniyet, eğitim ve ordu içerisindeki kadrolaşmasını tamamladıktan sonra anayasal düzeni yıkarak rejimi değiştirmek için artık zamanın geldiğini düşünen FETÖ/PDY’nin, 15 Temmuz 2016’da cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimine imza atması, büyük duyarlılık göstererek rejimi korumak ve demokrasiye sahip çıkmak adına canları pahasına sokağa dökülen halkın, mermi sağanağına, üzerilerine sürülen tank ve askeri araçlara, jetlerden atılan bombalar ile helikopterlerden açılan ateşe göğsünü siper ederek, Türk Kurtuluş Savaşı’nda emsali görülebilmiş bir mücadeleyle, rejime kasteden saldırıyı püskürtmeleri sonrasında, devletin kılcal damarlarına sızan, örgütün nihai hedefi olan Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kurumlarını ele geçirmek için devlete ve kendinden olmayan herkese karşı ne zaman ve ne şekilde saldırı yapacakları belirsiz olan, hukuku silah olarak kullanmaktan çekinmeyen ihanet çetesi mensuplarının hukuk dışı iş ve eylemlerine son vermek adına bazı tedbirler alınması zorunlu hale gelmiştir.”

Gerekçede, bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yapılanmış FETÖ/PDY terör örgütü mensupları hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca resen soruşturma başlatıldığı belirtilerek, yapılan işlemlere ilişkin bilgiler verildi.

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle iltisak düzeyinde de olsa bağlantısı tespit edilen hakim ve cumhuriyet savcıları yönünden, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 94’üncü maddesi kapsamında ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halinin mevcut olduğu tespitinden hareketle, genel hükümler kapsamında adli soruşturmaya başlanıldığı hatırlatılan gerekçede, soruşturma kapsamında bugün itibarıyla 2 bin 146 hakim ve cumhuriyet savcısının tutuklu bulunduğu, haklarında yakalama emri düzenlenen 190 kişi hakkında yakalama emirlerinin infazı için çalışmaların devam ettiği, 539 kişinin adli kontrol tedbiriyle serbest bırakıldığı belirtildi.

Gerekçenin son kısmında, şu ifadelere yer verildi:

“HSYK Genel Kurulunun, 667 sayılı KHK’nın 3’üncü maddesi uyarınca yapacağı değerlendirmenin, hakim ve cumhuriyet savcılarının Milli Güvenlik Kurulunca (MGK) devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan MGK kararlarında ifade edildiği şekliyle ‘Paralel Devlet Yapılanması’ ile ‘üyelik’, ‘mensubiyet’, ‘iltisak’ veya ‘irtibat’ şeklinde bir bağlantılarının bulunup bulunmadığına ilişkin olup, somut olayın özellikleri, ilgililerin mesleğe kabulleri ile başlayan, eğitim merkezi ve Türkiye Adalet Akademisindeki faaliyetleri, hizmet içi eğitim ve yabancı dil eğitimlerine katılımlarına, yurt dışına gönderilmelerine, özel yetkili savcılıklara veya mahkemelere yahut idari görevlere atanmalarına ilişkin bilgiler ile bu görevlendirmelerde ve yine bir silah olarak kullanılan özel yetkili mahkemelere hakim veya unvanlı olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığına, başkan, başkan yardımcısı veya müfettiş sıfatıyla, idari kurumlara tetkik hakimi, daire başkanı veya yardımcısı, genel müdür veya yardımcısı sıfatıyla vs. şeklinde yapılan atamalarda dikkate alınan kriterler, özlük dosyalarındaki bilgi ve belgeler, sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları, ilgililer hakkında HSYK’ya intikal eden şikayet, ihbar, inceleme ve soruşturma dosyaları ile bu dosyalar hakkında verilen kararlar, mahallinde yapılan araştırmalar, FETÖ/PDY terör örgütü ile ilintili dosyalarda görev alan hakim ve cumhuriyet savcılarının bu dosyalardaki işlemleri ve kararları, örgüt mensuplarının haberleşme için kullandıkları şifreli programlarda yer alan kayıtlar, HSYK’nın FETÖ/PDY mensubu oldukları Emniyet Genel Müdürlüğü terörle mücadele birimlerince düzenlenen raporlarla sabit örgüt üyeleri hakkında tayin ettiği disiplin cezaları ve muhalefet şerhleri, sosyal çevre bilgileri ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen bilgi ile belgeler, ilgililer hakkında başsavcılıkça başlatılan soruşturmanın niteliği ve isnat edilen suçlamalar ile gözaltı ve tutuklama kararları, soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan hakim ve savcıların ifade ve sorgu tutanakları, itirafçıların beyanları birlikte dikkate alınarak, ekli listede yer alan hakim ve cumhuriyet savcılarının 667 sayılı KHK’nın 3’üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında FETÖ/PDY örgütü ile iltisak ve irtibatlarının olduğu sabit görüldüğünden, adı geçenlerin, 667 sayılı KHK’nın 3’üncü maddesi uyarınca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve ayrı ayrı olmak üzere meslekten çıkarılmalarına oy birliğiyle karar verildi.”

Gerekçede, bir terör örgütünün varlığının kabul edilebilmesi için, örgütlü bağlılık, üyeler arasında görev bölüşümü, kod isimleri, bir hiyerarşi ve bu örgütün ideolojisini savunan insanların olması gerektiği belirtilerek, FETÖ/PDY mensuplarının hücresel şekilde birbirleriyle bağlantıları, kendi aralarında bir rapor, talimat alışverişinin bulunduğu aktarıldı.

Alttan yukarıya doğru rapor, yukarıdan aşağıya doğru talimat verildiği, örgüt mensuplarının yeni örgüt mensupları kazanma faaliyetleri yaptığı, yeni çocuk ve gençlerin örgüte alındığı, eğitilip yetiştirilerek bu örgütün kadrolarına ilave edildiği anlatılan gerekçede, şu tespitler yapıldı:

“Örgütün eğitim malzemeleri, kitabı, bildirisi, ideolojisini anlatan belgeler, evraklar, dokümanları, ordu ve emniyet içerisinde teşkilatlanmış silahlı gücü bulunmaktadır. FETÖ/PDY de diğer terör örgütleri gibi bir inanca dayanmaktadır. Fetullahçı Terör Örgütü üyelerinin uğrunda zorluklarına katlanabildiği, fedakarlıkta bulunduğu, amacına yönelik bir şeyler yapabildiği, bir inanç, bir ideoloji sistemidir. Örgüt kadrolarının sızdığı devletin güvenlik kurumlarının silahlı olması ve bu silahları kullanma yetkisinin bulunması, örgütün silahlı ve askeri eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir. Hasan Sabbah’ın çevresinde kümelenen Haşhaşilerin, yaklaşık bin yıl kadar önce afyon çekip fedailerini kullanarak devlet görevlilerini öldüren bir terör örgütü olarak ortaya çıkmalarında olduğu gibi FETÖ/PDY üyeleri de mutlak itaat ve cennete kavuşacakları saiki ile hareket ederek devlet içinde suikast benzeri hareketlere başvurmuştur. Dini unsurları temel alarak hareket ettiğini iddia eden örgütün, dini değerler değişmezken, zamana ve şartlara göre kendisini değiştirmesi, ülkesi ve devleti ile barışık olması beklenirken devleti kendisine hasım ve karşı cephe olarak görmesi, tüm yapısıyla açık ve şeffaf olması gerekirken bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanması, yönetim kadrosunun faaliyetlerini yurt dışından idare etmesi ve Türkiye’ye gelmekten ısrarla imtina etmesi, hasımlarını saf dışı etmek için her türlü baskı, şantaj ve yasa dışı faaliyeti kullanması, çeşitli yabancı misyon temsilcileriyle mahiyeti bilinmeyen görüşmelerde bulunması, diğer terör örgütleriyle temas kurması ve onlara istihbarat, lojistik, eylem tarzı türü destek sağlaması, söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize bir terör örgütü olduğunu ortaya koyan unsurlardır.”

Gerekçede, 1970’li yıllardan günümüze kadar uyguladığı örgütlenme yöntemleri, taktik ve stratejiler bütüncül bir bakış açısıyla incelendiğinde, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, kuruluş yıllarından itibaren toplumun dini duygularını istismar ederek, “himmet” adı altında topladığı maddi kaynaklarla yurt içi ve yurt dışında faaliyete geçirdiği eğitim müesseselerinde kendi amaç ve ilkeleri doğrultusunda yetiştirdiği öğrencileri, özetle insan kaynağını, ekonomik ve siyasi gücünü, örgüt ideolojisi doğrultusunda kullanarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal kurumlarında (yasama, yürütme, yargı erkleri) kadrolaşmayı ve aynı zamanda uluslararası platformlarda da etkin bir güç haline gelmeyi hedeflediği belirtildi.

Örgütün sosyo-kültürel ve zihinsel yapısı

Örgütün sosyo-kültürel ve zihinsel yapısının da irdelendiği gerekçede, örgüte üyelik için kesin bir kriter bulunmadığı, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Sünni, Alevi, hatta yapıya uzak gibi duran gruplardan, ateist ya da Yahudi, Hristiyan dinlerine inananlardan da paralel yapılanma içerisinde yer alanlar bulunduğa işaret edildi. Gerekçeye, şöyle devam edildi:

“Bir başka ifade ile FETÖ/PDY’ye üyelik için dindar olmak veya inançlı olmak şartı aranmadığı gibi Müslüman olmak da gerekli değildir. Bu örgütün içerisinde her türlü suça bulaşmış, alkol müptelası, kumarbaz, hırsız, tefeci, rüşvetçi kişiler de vardır. Ancak örgüt anlayışında, dini vecibelerin yerine getirilmesi veya Kur’an’ın yasakladığı eylemlerden kaçınmaktan ziyade, ‘para’ öncelik arz ettiğinden, himmetini veren kişinin işlediği suçun veya günahın bir önemi bulunmamaktadır. Meşru olmayan yollardan elde edilen kazançtan örgüte istenen pay verilmiş ise işlenen günahın ya da suçun üzeri örgüt tarafından organize şekilde örtülmektedir.

FETÖ/PDY’nin örgütlenmesi askeri bir örgütlenmeden çok az farklar içermekte, sözde liderin verdiği kararı sorgulama anlamına gelecek her düşünce, eylem veya tavır kuvvetle ezilmekte, Gülen’in ve ona bağlı diğer yöneticilerin tüm talimatları, aklın da ötesinde bir kutsiyet kazandırılarak uygulanmaktadır. Sözde lider Gülen, söyledikleri ve yazdıklarıyla bağlı olmayıp ilahi bir emir olarak kendini din, ahlak, hukuk kurallarıyla bağlı saymamakta, örgütünü ve kendini, devlet düzeninin içinde değil, önünde ve üstünde görmekte, örgüt mensuplarına göre söylediklerine aykırı hareket etme, onları değiştirme, her türlü yasağı kaldırma, yepyeni bir yasak getirme yetkisini haiz ve daha da önemlisi, dini hükümleri değiştirebilen bir otorite, insanüstü bir varlık olarak kabul edilmektedir. Öyle ki bu insanüstü varlığın yarım bıraktığı yiyecek atığı veya suyu, içeceği bile olağanüstüdür. Örgüt üyeleri onun içtiği çay veya suyun artığını içmek için sıraya girer ve ona kutsiyet atfederler. O peygamberler, evliyalar ve diğer din büyükleriyle mana aleminde bulaşan ve görüşen onlarla istişare eden bir kimsedir. Ev ve yurtlardaki dini olduğu söylenen sohbetlerde işlenen önemli temalardan biri budur. Bir kimse bu temaya iman etmediği müddetçe gerçek bir üye olamaz ya da onların ifadesiyle iman etmiş sayılmaz.

Çocuğu olmayan örgüt mensupları, sözde liderlerini görmek için ABD’ye gidip Pensilvanya’da kendisinden aldıkları ‘okunmuş hurma’yı yiyerek çocuk beklemektedir. Söz konusu haletiruhiye, yüksel tahsil yapmış örgüt üye ve mensupları için de geçerlidir. Örgüt mensubu hakim ve Cumhuriyet savcılarının inanmışlık ve örgütün sözde liderine bağlılık düzeyini göstermesi bakımından HSYK İkinci Dairesine intikal eden soruşturma dosyasına konu olan İstanbul 18’inci Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi İlhan Karagöz’ün karar kisvesi altında yazdıkları, yargı adına utanç verici niteliktedir.”

Paralel devlet kurma çabaları

Gerekçede, terör örgütünün paralel devlet kurma çabaları da anlatıldı. Bu kapsamda örgütün özellikle siyaset, mülkiye, adliye, askeriye, emniyet ve bürokrasideki örgütlenmesi ile yasadışı faaliyetlerinin, muhtelif tarihlerde resmi kurumlar ve istihbarat birimlerince hazırlanan çeşitli raporlarla devlet arşivlerine girdiği hatırlatıldı.

Fetullah Gülen’in ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis ettiği, bu nedenle mevcut sistemi yıkmak yerine devlet kurumlarını ele geçirmeyi hedeflediğine işaret edilen gerekçede, “Örgüt, yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda vakıf, dernek, özel okul, şirket, dershane, öğrenci yurdu, basın yayın kuruluşu, finans kurumu, sigorta şirketi ve radyo istasyonunu denetim altında bulundurarak amacına uygun bir teşkilatlanmayı neredeyse başarmıştır.” değerlendirmesi yapıldı.

FETÖ/PDY’nin tıpkı diğer yasadışı terör örgütlerinde olduğu gibi gizli ve hiyerarşik bir yapılanmaya sahip olduğu, pelür kağıtlar ile haberleşme, özgeçmiş raporu verme, mensuplar için kod adı kullanma gibi örgütsel taktiklerle yönetildiği bildirilen gerekçede, şu ifadelere yer verildi:

“Bir yandan da örgüt mensuplarının tamamına belirli görev ve sorumluluklar yüklenerek mensupların örgüte bağlılıkları perçinlenmektedir. Son yıllarda, ülkemizde bir korku imparatorluğu oluşturan FETÖ/PDY terör örgütünün baskı kurmak maksadıyla uyguladığı yöntemler, hedef kişi veya kişilerin sayısı, hedef kişinin konumu, mesleği, görevi, toplumdaki statüsü, kişisel zaafları ve örgütün hedef kişiye beslediği husumetin derecesine göre farklılık göstermektedir. Serbest meslek erbabı bir şahsın, piyasadaki serbest rekabet şartlarına aykırı olarak ekonomik anlamda zarara uğratılması veya kamuda görev yapan örgüt mensupları tarafından sık sık denetlemelere tabi tutulması, yine kamuda görevli bir kişiye mobbing uygulanması, kişinin terfi ettirilmemesi, stratejik görevlere getirtilmemesi, istem dışı tayin edilmesi, hak ettiği halde ödüllendirilmemesi, yurt içi veya yurt dışı hizmet içi eğitim imkanlarından mahrum bırakılması yahut disiplin cezalarına maruz bırakılması, baskı oluşturma yöntemlerinden bazılarıdır.”

Yargı ayağındaki yapılanma

HSYK’nın gerekçesinde, şu tespit yapıldı:

“Yargıdaki yapılanmanın, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yargı kuvveti içerisinde, organizasyonu ve hiyerarşik yapısı bulunan, devlet yargısına alternatif olarak faaliyet gösteren, örgütlü olarak yargı içerisinde yuvalanan, kendinden olmayan herkesi düşman kabul edip kullanamadığı kişileri de düşman sayan, örgüte boyun eğmeyenleri ve farklı düşünen herkesi düşman görüp hedef haline getirerek, yargı kararları ile emniyet operasyonlarının hedefi haline getiren, istihbarat toplayan, operasyon kararı alan, emniyet ve yargı üzerinden toplanan istihbarata göre örgütün üst düzey yöneticilerinin verdiği kararın icrasına başlayan, basın ve yayın üzerinden linç girişimi gerçekleştiren, topluma yönelik algıyı yöneten, örgütte yer alanları kahramanlaştıran, unutturma sürecini tekrarlayan, suç faili veya masum olduğuna bakılmaksızın birçok kişiyi yargı eliyle mağdur eden, çözümü mümkün olmayan abartılı, ayrıntıya boğulmuş, gerçeklerin gizlendiği, kasıtlı, taraflı ve delilsiz davalar açan, bu davalarla Türkiye’nin mafya ve terörle mücadele ettiği algısı oluşturan, devletin birçok kurumuna yerleşen Paralel Devlet Yapılanması Terör Örgütü isimli bu yapının yargıdaki uzantıları oldukları ve cemaat cuntası şeklinde paralel bir yargı gücü oluşturdukları görülmüştür.”

Gerekçede, FETÖ/PDY mensubu olup, itirafçı yahut gizli tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulan bazı hakim ve cumhuriyet savcılarının beyanlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucunda, her birinin hayatlarının farklı dönemlerinde FETÖ/PDY militanları ile muhatap oldukları, örgütün öncelikli hedefinin devletin askeriye, adliye ve mülkiye kadrolarına yerleşmek olduğu, kendilerinin de bu amaç doğrultusunda örgütün yargıdaki eleman ihtiyacını karşılamak üzere yetiştirildiklerinin görüleceği vurgulandı.

Örgütün nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personellerin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirdiği, bu kapsamda örgütün yargı ayağındaki uzantısı tarafından Hüseyin Kurtoğlu’yla ilgili dava, Askeri Casusluk, Şemdinli, Balyoz, Ergenekon gibi proje soruşturma ve kovuşturmaların üretildiği aktarılan gerekçeye şöyle devam edildi:

“Mahkemelerin birer örgüt sorumlusunun bulunduğu, sorumlu kişinin örgütü ilgilendiren davaları takip ederek ve bu davalarla ilgili olmak üzere örgüt üyesi hakimlerle görüşerek kararların istenilen yönde çıkması yönünde telkinlerde bulunduğu, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı üzerinden gerçekleştirdiği usulsüz yargılama işlemleri ile yaptığı haksızlıklara ‘yargının kararı’ veya ‘takdiri’ denilerek karşı çıkılmasının engellendiği, operasyonlar karşısında ‘Bağımsız yargı, inceleyip karar versin’ denilerek haksızlığa meşruluk kılıfı sağlandığı, yıllarca süren yargılamalar sonucunda gerçeğin ortaya çıkması halinde bile kimsenin yargı eliyle işlenen haksızlığın peşine düşmediği, silahlı terör örgütünün, yargının ne kadar büyük bir güç olduğunu, yargıyı etkili ve operasyonel şekilde kullanmak suretiyle yapılamayacak hiçbir şey olmadığını ve her şeyin sınırsızca yapılabileceğini gördüğü, özel yetkili mahkemelerin, örgütün elinde tüm toplumu dizayn edecek bir silaha dönüştüğü sabittir.”

Gerekçede, 15 Temmuz gecesi meydana gelen darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene karşı oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü değerlendirmek bakımından, engellenmiş olan bu teşebbüsün somut olarak meydana getirdiği zararların tek başına dikkate alınmasının yeterli olmadığı, darbe teşebbüsünün kısa sürede engellenememiş olması ya da darbenin gerçekleşmesi halinde oluşabilecek risklerin de göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret edilerek şunlar kaydedildi:

“Son zamanlarda tanık olunan yakın çevredeki ülkelerin durumu, devlet otoritesinin ortadan kalkması halinde bırakın demokratik bir düzende yaşamayı, insanların en temel haklarının her gün saldırı altında olduğu bir düzensizlik ve kargaşa ortamının acı örnekleri olarak dünya kamuoyunun gözü önünde durduğu, darbe teşebbüsünün, ülkemizin birçok terör örgütünün açık hedefi olduğu günlerde gerçekleştirilmesinin bu riskin ağırlığını daha da artırdığı, bütün bu değerlendirmeler birlikte ele alındığında, darbe teşebbüsünün sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil bununla sıkı bağı olan ‘milli güvenlik’ yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit oluşturduğu, milli güvenliğin, Anayasa’da ve insan haklarının korunmasına ilişkin birçok uluslararası belgede, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sebepleri arasında sayıldığı, güvenliğin olmadığı yerde demokratik düzeni sürdürme ve özgürlükleri hayata geçirebilmenin mümkün olmadığı, açıklanan nedenlerle şimdiden Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine ve milli güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri, belki de en ağırı olduğu sonucuna varmak gerektiği açıktır.”