Kanaatimce, bugün Ortadoğu bölgesinin genelinde vuku bulan olaylar bizi 19. yüzyılın atmosferine geri götürüyor. Ortada merkezî bir güç vardı: Osmanlı Devleti. Bir de en büyük gayesi bu merkezî devleti zayıflatmak olan Avrupa vardı. Bu merkezî devleti bölüp parçalayarak ümmeti çökertmek istiyordu. Nitekim sonrasında olaylar onların istediği gibi gelişti.
Türkiye, İtilaf Devletleri’ni Çanakkale’de hezimete uğratarak Osmanlı Devleti’nin bakiyesi Anadolu’yu muhafaza ettikten sonra da Batı’nın sömürgeci aklı Türkiye’yi zayıflatma saplantısını hep canlı tutmuştur. Türkiye’nin Batı sömürgeciliğinin gölgesinde yaşayan bir devlet olarak kalmasını istiyorlardı. Batı ile Doğu arasında SSCB’nin yıkılışına kadar devam eden soğuk savaş döneminde bu emellerine uzun bir ara vermiş oldular.
PKK örgütünü, Türkiye’nin belini kırmak için bir zaaf noktası olarak hazırda tutmak maksadıyla daha o dönemde kurdular. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte Batılı devletler, Ortadoğu bölgesinin kontrolünü yeniden ele almaya başladılar. Bu kargaşa döneminde benzer emeller besleyen başka devletler ve örgütler de olmuştur.
Türkiye, yakın geçmişinde askerî vesayetten kurtulmak ve kalkınmak için defalarca girişimde bulundu. Bu girişimler, yüzünü Doğu’ya dönmek ve böylece tarihini ve gücünün simgelerini yeniden keşfetmek isteyen Adnan Menderes ile başladı. Askerin onu idam etmesinin asıl sebebi de buydu zaten.
Askerin bu gibi girişimlere yeltenenleri idam etmeleri Türkiye’nin kalkınması, ilerlemesi ve geleceğiyle ilgilidir. Böylece Türkiye, krizlerle boğuşarak yaşamak zorunda bırakıldı. Bu durum Recep Tayyip Erdoğan’ın döneminde yeni bir alana ve yeni bir dünyaya intikal edinceye kadar sürdü. Bu yeni dönemde, yekpare bir ümmet halinde kalkınmayı ve insanca yaşamayı istemek gerekiyordu. Tam bu dönemde Erdoğan Hükûmeti, Kürtlere, Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana elde edemedikleri birçok haklar ve imkânlar sundu.
Bugün yeniden Türkiye kendisini, yüzyıl önce Avrupa’nın zayıflatmaya ve parçalamaya çalıştığı Osmanlı Devleti’nin bulunduğu durumda bulmaktadır.
Bugün artık Türkiye, bölgemizin merkezî devletidir. Bütün bir Ortadoğu’nun ekonomisini ve siyasetini yönetebilecek alternatifsiz tek güç Türkiye’dir. Bölge halklarını Batı’nın çirkin sömürgesinden koruyabilecek yegâne devlet Türkiye’dir. Batı’nın görüp rahatsız olduğu asıl husus; Türkiye’nin bütün bir bölgeyi seçkin bir konuma getirme çabasıdır. Özellikle, Arapların yarıda kalan demokrasi rüyasını tamamlayan ve demokrasinin yerleştirilmesinde başarı sağlayan bir Türkiye’den son derece rahatsızlar.
İşte bu rahatsızlıklarından kaynaklanan saiklerle Batı, Kürt ve Suriye krizlerinin doğmasına ön ayak olmuştur. Maksatları, bu krizlerin sonuçları ve etkileriyle Türkiye’yi kuşatma altına almaktır. Gayeleri Türkiye’nin yaşamakta olduğu huzur ve güven ortamını bozmaktır. Nitekim istikrarı bozup tedirginlik uyandırmak, onlar için Türkiye’nin ekonomik dengesini bozmayı garanti edecektir.
Artık çağ, Osmanlı döneminde olduğu gibi, Türkiye’yle savaşmak için Batı ordularını harekete geçirme çağı değildir. Bilakis çağ, sömürge araç ve yöntemlerini harekete geçirme ve dahilî ve haricî yeni sömürge yöntemleri geliştirme çağıdır! Hedef aynı hedef: Güven ortamını yok etmek ve Türkiye’yi uzun süreli siyasi kaosa sürüklemek!
19. yüzyılın ilk yıllarını bütün ağırlığıyla yeniden yaşıyoruz. Ancak bu sefer parlak diplomatik kıyafetler içinde! Aynen o zaman olduğu gibi İtilaf Devletleri’nin dayatmalarıyla karşı karşıyayız. Yeniden, aynı şekilde bölünme korkuları yaşıyoruz. Zira, Osmanlı Devleti’nin çöküşüne yol açan şartlar ve etmenler bugün de neredeyse bütünüyle oluşturulmuş durumda!
İşte bu yüzden herkesin durumun vahametini idrak etmesi ve sorumluluğunu üstlenmesi gerekmektedir.
Çeviri: Fethi Güngör