Dönemin Başbakanı Erdoğan ve maiyetindeki heyetin ABD’de ziyareti üzerinde henüz 15 gün geçmemişken başlayan “Gezi” olayları ve kontrolün kısa bir süre sonra çeşitlifranksiyonlardan illegal yapılara geçmesi ve grupların İstanbul ve Ankara’yı işgal etmek istercesine giriştikleri vandallık esnasında başta ABD basını olmak üzere, BBC gibi Avrupa’da etkili yayın organlarının işin en başından itibaren Erdoğan ve Hükümet aleyhtarı yayınlarla dünya kamuoyunu yönlendirme girişimleri ve aynı yılın Ağustos ayı başlarında Mısır seçilmiş legal Devlet Başkanı ve Erdoğan’ın”kardeşim” dediği Mursi’nin askeri darbeyle devrilmesi ve Suriye’de moral üstünlüğün İran ve Rusya faktörleriyle de birlikte devrimcilerden rejime doğru geçmesi ve ABD-İran ilişkilerinin yeniden canlanmaya başlaması, en dehşetlisi ise Aralık ayının 17’sinde başlatılıp uzunca süre gündemi işgal edecek Paralel Darbe girişiminin ekonomide ve sosyal manevi dokuda yol açtığı zararlar açıkça göstermiştir ki ABD, Erdoğan ve AK Partiyi gözden çıkarmış ve işbirliği içerisinde olduğu tüm grupları harekete geçirerek bu operasyonlarla Erdoğan’ı bitirmeyi hedeflemiştir. 2013 Yılı içerisindeki tüm atılımları akamete uğrayan ABD, bu kez Paralel FETÖ yapılanmasını sonuna kadar kullanıp, bu çetenin kontrol ettiği medya organlarının tümünde ve özellikle yabancı dilde yayın yapan gazetelerinde ”Diktatör Erdoğan”, ” Yolsuzluklara bulaşmış Hükümet ” algısının yerleşmesi adına ciddi kampanyalar yürütülmesini desteklemiş, bürokratik ve siyasi alanda da yine bu Paralel çeteyi kullanıp, sağladığı imtiyazlarla da sonuna kadar etkisinden yararlanmak suretiyle Türkiye’yi sıkıştırıp daraltmak ve en nihayetinde Erdoğan’ın hesabını görmek istemiştir.Kısmen başarılıolan bu algı operasyonlarıyla özellikle Erdoğan ve yeni Türkiye’nin dış dünyada ciddi bir prestij kaybına uğramasını sağladıkları da bir gerçektir.
ABD bir taraftan zikrettiğimiz operasyonlarla Türkiye’nin hareket alanını alabildiğine kısıtlamaya çalışırken, diğer yandan da Suriye ve Irak coğrafyasında kaosu derinleştirecek Daiş gibi örgütlerin güçlenmesine çanak tutuyor ve ardından yine bu gruplarla mücadele adına oluşturduğu koalisyonlarla coğrafyaya yeniden giriş yapıyordu. Artık gözünü kan bürümüş katliamcı zalim Esed ve rejiminin devrilmesi ABD ve Batının ilk öncelikleri arasında yer almıyordu.
Halkın büyük oranda arkasında durması nedeniyle 2013 Yılındaki girişimlerle Erdoğan ve AK Partiyi yıkamayan Emperyalistler ve ülkeye çöreklenmiş uşakları, bu kez 2014 mahalli idareler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileyip Erdoğan’ı tökezletebilmek için tüm enstrümanlarıyla saldırıya geçtiler ancak, Erdoğan bu virajları da başarıyla geçmeyi başardı. Türkiye maruz kaldığı bu saldırıları demokrasisini de koruyarak savuşturmaya çalışırken, ABD Suriye konusunda yeni bir projeyi devreye sokuyor, güya Daiş’e karşı savaşacak PKK çizgisindeki PYD ve YPG gibi yerel güçleri güçlendirip donatarak- bağımsız Kürdistan hayallerini de köpürterek- diğer devrimci grupların ve bölge halkının üzerine salıyordu. Uzunca süredir ”Çözüm Süreci” nedeniyle göreceli bir huzura erişmiş görünen Türkiye’nin doğu illeri, HDP-PKK ‘nın da kışkırtılmasıyla neredeyse unutulmaya yüz tutan şiddet ve vahşet gerçeğiyle yeniden tanışıyordu. PKK’nın 2015 Temmuzundan itibaren yeniden silaha sarılarak başladığı katliamlar, kazılan hendekler, bazı belediyelerin özerklik ilanları, günümüze değin sürüp gelen çatışmalar ve bu esnada Türkiye’nin Suriye ve bölgeye ilişkin tezlerinin çökertilerek ofsayta düşürülmesi adına sanki ABD, Rusya ve İran’ın elbirliği etmişçesine uyguladıkları kanlı politikalar Türkiye’nin kuşatılmışlık duygusunu körüklüyor, iç politikada ise muhalefetin eline, tepe tepe kullanabilecekleri ciddi bir arguman sağlıyordu.
Tamamı gözlerimizin önünde cereyan eden ve anbean tanıklık ederek yaşadığımız Erdoğan figürü üzerinden yürütülen tüm bu ihanet yüklü saldırılar, 2016 yılının Temmuz ayına geldiğimizde en iğrenç ve cinnetsel boyutuyla karşımıza çıktı. Hiç bir işgalci devletin denemeye dahi tevessül edemeyeceği denli alçakça saldırılar bu kez Türkiye Milli Ordusuna öbeklenmiş çoğu üst rütbeli bir cuntadan geliyordu ve inanılır gibi değildi. Milletin sokaklara dökülüp vatanına ve demokratik iradesine sahip çıkmasıyla şimdilik püskürtülmüş gibi görülen bu işgal girişimi, anladığım kadarıyla ve ne yazık ki ”en son” olarak kalmayacaktır. Özellikle ABD ve Avrupa’nın neredeyse darbenin başarılı olamaması nedeniyle ülkelerinde yas ilan edecek derecede bir üzüntüye gark olmaları, bundan sonra da çeşitli desiselerle saldıracaklarının en büyük kanıtı olarak karşımızda durmaktadır.
Şimdi can alıcı soru şudur ; 2013 Mayıs ayında Erdoğan ve heyetinin en üst protokolle karşılandıkları ve yerli yersiz sürekli ve abartılı övgü aldıkları ABD temasları ardından ne oldu ki, ABD bölgede Türkiye’yi devre dışı bırakacak bir siyasete yöneldi ? Bunu kişisel olarak Erdoğan’a duydukları antipatiyle açıklamaya çalışmak siyaset biliminin tüm birikimini inkar etmek anlamına gelecektir ki, zaten gerçek bu değildir. Paralel devlet yapılanması vesilesiyle devletin en sinir uçlarına sızmış ABD, yaptığı profösyoneldinlemeler esnasında farkına vardığı ülkemizin Ortadoğu plan,hedef ve vizyonundan kendi çıkarlarını riske atacağı düşüncesiyle büyük rahatsızlık duymuştur. 16 Mayıs 2013 görüşmelerinde tahminimce Türk tarafının”samimi bir müttefik” olarak gördüğü ABD ile paylaştığı mahrem bilgiler de bu kanaatlerini pekiştirmiştir. Mursi’nin başında olduğu bir Mısır, devrimi başarmış bir Suriye ve sürekli güçlenen bir Türkiye muhtemeldir ki, kısa zaman içerisinde emperyalist müstevlilerin 1. Dünya Savaşıyla bölgede elde ettikleri tüm kazanımları yok edip, coğrafyada istedikleri gibi at koşturmalarını engelleyebilecek büyük bir risk olarak görülmüştür. Ayrıca Türkiye’nin El- Kaide ve türevleri dışında, mutedil devrimciler olarak tanımladığı ve kısmen destek de vermeye çalıştığı yerel İslami oluşumlar ABD tarafından şüpheyle karşılanmış, hatta tüm itiraz ve delillere rağmen potansiyel tehlike olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda ABD Ortadoğu politikalarında, İsrail’in güvenliği başta olmak üzere bölgesel kaos ve çatışmaları köpürtmek suretiyle kendi hegomonyasını bu şeklide sürdürmeye yönelik klasik politikalarına geri dönmüştür. ABD bu pozisyon ve politikalarını engelleme potansiyeli taşıyan tüm güçleri zayıflatıp, etkisiz hale getirebilmek için de elinden geleni yapmaktadır ve bundan sonra da yapmaya devam edecektir şüphesiz. Bu güçlerin başında ise Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin geldiğini zikretmeye bilmem gerek var mı ?
Esenlikler….