15 Temmuz: Devlete karşı bir şirk…

Abone Ol

“Devlete karşı şirk” ifadesi içimizdeki dış güçler tarafından ilk satın alınmışlara karşı II. Abdülhamit tarafından kullanılmıştı. İngiliz sermayesiyle satın alınan Mithat ve Hüseyin Avni Paşa ikilisinin Sultan Abdülaziz’i hal edip sonrasında da Batı eksenli dayatmaların temellerini atmaları, mantığı bakımından devlete karşı koşulmuş ilk “şirk” örneğidir.

Devletin gücü, otoritenin tek elden idaresine bağlıdır. Bu hakikat dünyanın her yerinde koşulsuz ve şüphesiz böyledir. Fakat devleti ele geçirmek isteyen bazı yapılar, bu gerçeği bildiklerinden, aşikâr bir şirk -ikilik- oluşturmak yerine “gölge, derin, paralel” gibi isimlerle ifade edilen yapılar kurmuşlardır.

Osmanlı içerisindeki bu ilk “paralel” yapıyı Abdülhamit Han, “Âl-i Osmânî yerine Âl-i Mithat tesis etmek istiyorlardı” diye ifade etmiştir. Hiç kuşku yok ki eğer 15 Temmuz terör kalkışması bertaraf edilemeseydi, yaklaşık 40 yıldır devlete karşı “şirk” olarak yaşamış bir yapı tarafından Türkiye Cumhuriyeti de FETÖ bağlantılı bir yapıya dönüşecekti; tabi patronları bu işi bir maşaya bırakır mıydı, o da ayrı bir muamma.

Hamdolsun ki bir muamma ve hamdolsun ki Rabbim bu milleti liderinin arkasında bir cesaret timsali olarak birleştirdi. Bütün hevesleri kursağında kalanlar hâlâ farklı noktalardan saldırmaya devam etseler de artık bu millet “diriliş” meşalesini yakmıştır.

“Öldürmeyen güçlendirir” ilkesinde olduğu gibi Türkiye de e-muhtıra, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’dan hep daha da güçlenerek çıktı.

Başkanlık sistemine geçişimizi, istikrara olan inançla daha da hızlandırdı. Bu millet önünde sonunda ulaşacağı yere çok daha kararlı bir şekilde ve kısa sürede erişti.

Bu yazıda II. Abdülhamit Han’dan fazlaca örnek verdim ama bu yaşanan ihaneti de tarihte ondan daha çok yaşayan ve anlatan bir örnek yok sanırım. Bu sebeple başka bir cümlesini daha bu yazıya taşımak istiyorum, İttihatçıları kastederek; “Eğer onların dinime ve devletime ihanetleri ortaya çıkmasaydı, beni haklı çıkardıkları için onlara teşekkür edecektim” diyor.

Bugün benzer bir şekilde biz de şunu diyebiliriz; “Eğer bu terör örgütü inançlarımıza, ekonomimize, ordumuza velhasıl bütün değerlerimize bu denli hasar vermeseydi, mesele sadece kişisel menfaatlerimizi ilgilendiren bir zeminde kalsaydı, bizi dirileşe sevk eden, uyandıran ve istikrar konusunda azimli bir hale getiren bu yapı için belki biz de, Abdülhamit vari bir cümle sarf edebilirdik.

Fakat bu tecrübeyi bize yüreklerimizi dağlayarak, sırtımızdan hançerleyerek, ihanetle yaşattıkları için onları ancak lanetle anabiliriz. “Müslüman” kisvesiyle giriştikleri bu hain kalkışmayla, genç dimağların dine bakışını zedeledikleri için de çok daha büyük bir günahı yüklendikleri inancındayım.

15 Temmuz’un faillerinin seküler zeminde aldıkları cezanın, hesaplarının en kolay kısmı olduğuna inanıyorum. Mahkeme-i Kübra en büyük hesap mercii olarak umutlarımızı dipdiri tutmaya yetiyor.

Şunu da iyi biliyorum: Hâlâ “mesih”lerinin kurtaracağına inanan darbeciler de “umut”luy-muş. Yazık! Akıl devre dışı kalınca, bu “insan” denen varlık ne kadar da acizleşiyor.

24 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ın kaybedeceğine inananlar, 25 Haziran’da tahliye olacaklarına o kadar inanmışlar ki, valizlerini bile toplamışlar. Görgü tanıkları öyle söylüyorlar.

Fakat kaçırdıkları bir şey var. Bu millet elbette Erdoğan’a olan güvenini perçinleyerek önemli bir mesaj vermiştir. “Bundan sonraki seçimlerde ne olur”u şimdiden bilmek zor ama ihtimal ne olursa olsun, bu millet buradadır ve olan bitene de şahittir. Bu hesabı asla ertelemez ve devretmez.

FETÖ ve bu millete acı çektiren herkesin yine bu milleti ensesinde bilmesi, her türlü vehmin üstünde bir hakikattir. Yaptıklarının yanına “kâr” kalacağını düşünerek bir “umut” beslemenin hezeyanına kapılanların, öncelikle akıllarını “güdüm”lerinden kurtarmaları ve yaptıklarının bir terör faaliyeti olduğunu da o akıllarına iyi sokmaları gerekiyor.

“Ortak” kabul etmeyen hiçbir kudret ya da yapı, koşulsuz olarak kendi “müşrik”ini affetmez, edemez. Bir devlet de “var”lığını sorgulattığında, “yok”luğunun işaretini vermiş demektir.

Bu millet buna müsaade eder mi, be hey gafiller ve hainler!