15 Temmuz kalkışmasının maliyet ve sonuç analizleri, Türkiye’de devletin yeniden yapılanmasına dair öneriler içermeli ve geçmişte nerelerde hata yapıldığına dair dersler çıkarılmalıdır. Anma toplantılarının rutin, sıradan bir seremoniye dönüşmemesi gerekir. Bu tarihi gün, Türkiye gibi her on yılda bir toplumun talep ve iradesinin, tank ve postallarla dizayn edilmeye çalışıldığı ve halkın sosyal dokusu, kumaşı ve zihin dünyasının toplum mühendisliği nesneleri olarak görüldüğü bir ülkede, 15 Temmuz’u doğru şekilde tahlil edip sebep-sonuç ilişkilerini kurmak ve gelecek projeksiyonu içinde makul öneriler sunmak anlamlı olur.
Şehitlerin kanları kurumadan, kemikleri sızlamadan bu tahliller yapılmalı ve üzerinde detaylı şekilde acilen çalışılmalıdır. Tespit ve önerilerimizi maddeler halinde sıralayacak olursak:
Kendilerine minnet borcumuz olan 249 şehit ve o gün sokaklardaki yüzbinlerce insan bu haksız, dış destekli ve acımasız darbenin başarılı olması halinde toluma maliyetlerinin ne olacağını bilerek hayatlarını ortaya koydular. Geçmiş darbeleri bilenler ve bu malum yapının yapabileceklerinde sınır olmadığını bilenler en ön saflarda oldular. Onları rahmet ve minnetle her daim anacak ve unutmayacağız.15 Temmuz darbe girişimi, dış destekli; kendilerine farklı sebeplerle göz yumulmuş ve şımartılmış; mistik görünümlü fakat gerçekte profan; idealist görünümlü, fakat pragmatist; iyilik ambalajlı ancak fırsatçı ve ilkesiz bir yapının, köşeye sıkışıp çıldırdığı bir noktada kendilerine verilen dış güvencelerle kalkıştıkları cüretkâr bir intihar eylemidir.Bu veya herhangi bir yapı, devlet içerisinde tekel oluşturacak şekilde örgütlenmesine izin verilmemeliydi; yarında verilmemelidir. Mesele, dünya görüşü değil, ülkenin birliği ve bütünlüğü, daha doğrusu, bekâsı meselesidir.Herhangi bir grubun dünya görüşü, dini anlayışı, mezhep-meşrep tercihlerinin, ferdi ve vicdani tercihler olarak veya STK’lar olarak kendisini göstermesi makulken, devlet erklerinin (kuvvetlerinin) planlı bir strateji dâhilinde belirli bir grup ve gruplara verilmesi, halkın geri kalan kısmının yok sayılması ve toplum barışını bozacak tehlikeli bir gidişat anlamına gelir. Bu sebeple, milletin mutabakat metni olan ve sosyal sözleşme belgeleri olarak toplumun üzerinde uzlaştığı anayasalar, gereksiz ve anlamsız belgeler değildir. Bu noktada toplumda asgari bir hukuka saygı şuurunun oluşturulması gerekir. Hukuk ve milli irade bilinci darbelerin önündeki ilk psikolojik engeldir.Herhangi bir ideolojik fikri, görüşü veya dini anlayışı dayatarak kendileri dışındaki herkesi “dünya ve ahiretini kaybetmiş zavallılar” olarak kendilerini mutlak şekilde “fırka-i naciye” gören, dışlayıcı ve keskin bir dil ve üslup kullanan, potansiyel problem üreticisi adreslerin mercek altına alınması gerekir. Bu kitlelerin sempatizan aşamasındaki tabanları asla düşman safına itilmemeli ve gerekli aydınlatma çalışmaları yapılmalıdır. Bu konuda, özellikle Diyanet’in marjinal, uç, keskin ve dışlayıcı söylemlere karşı makul bir ikna dil ve epistomoloji geliştirmesi şarttır.Türkiye’deki neredeyse bütün siyasi gruplar ve ideolojik yapılar, Devlet erkleri/kuvvetlerini, alabildiğine kendi lehlerine kullanmak yönünde ısrarcı davranmakta. Türkiye’de öteden beri, Anayasal sınırlar dışında hoyrat ve keyfi şekilde kullanılan yetkiler ile devlet imkânları ve kaynakları bir ganimet alanı olarak görüldükçe makam ve kadroların ele geçirilmesi mücadelesi Türkiye’nin sıkıntılı bir kısır döngüden kurtulamayacağına işaret eder. Bunun için kaynak ve kadrolar spoil sistem (ganimet sistemi) yerine merit system (liyakat sistemi) ile dağıtılmasında ısrarcı olunmalı; nepotist uygulamalara yeltenenler devlet ve hükümet tarafından afişe edilmeli; ayakları yere basan, mantıklı ve toplumun değer ve tercihlerine saygı gösteren ve dünyanın gereklerini iyi değerlendiren bir yönetim anlayışı konusunda amatör bir heyecan taşınarak süreklilik oluşturulmalıdır. Aklı başında olan herkes, etnik kökeni veya mezhebi-meşrebi ne olursa olsun, barış içinde, iyi işleyen ve devlet kadrolarına girişte bütün sosyal katmanlara fırsat eşitliğini sağlayacak liyakat ve ehliyet temelinde bir yapı üzerinde yeniden düşünmelidir. Böylece, devlet içinde, parazit yapılanmalara, çeteleşmelere ve çıkar şebekelerinin oluşmasına fırsat verilmemiş olur.
Önceki yazılarımda, devlet ve idarenin dayanacağı temel ilkeler, sistemin yeniden kuruluşu, sosyal yapı, STK’lar, birlikte yaşama kültürü, insan onuru gibi barış ve huzur içinde yaşamayı sağlayacak hayati konularda durum analizleri yaparak çözüm önerilerimi paylaşmıştım. İnançlarımız, değer ve ilkelerimiz, iç dünyamızın, ailelerimizin ve çevremizin şekillenmesinde önemli katkılar sağlamakta; ancak herkesi ilgilendiren devlet ve kamu işlerinde rasyonel ve analitik, çözüm odaklı düşüncenin hâkim kılınması elzemdir. Aksi halde, hurafe ve menkıbeye dayanan, Hz. Peygamberi kamyonete bindiren çarpık düşüncelerin ve yanmaz kefen satıcılarının şaşırtıcı bir şekilde karşılık bulduğuna daha çok şahit oluruz.Her tür grup ve düşüncenin silahlı gücün üzerinde tekel oluşturulmasına asla izin verilmemelidir. Geçmişte, polis, asker ve istihbarat içinde devasa bir yapılanmanın oluşumuna kimisi korkarak kimileri çıkar hesapları adına, sessiz kalmış; konuşanlar yalnız bırakılmıştır. Bunun tekrarı yaşanmamalıdır.
Türkiye’nin bu ve benzeri travmalardan uzak kalabilmesinin yolu sosyal, ekonomik, hukuki, ahlaki, itikadı ve politolojik açılardan toplumun üzerinde uzlaşabileceği temel referans ve ilkelere, yani milletin fabrika ayarlarına, iyiniyete yeniden dönülmesi; dünyadaki gelişmelerin analitik ve gözlemci bir kafayla tahlil edilmesidir.Daha önceki köşe yazılarımda belirttiğim gibi, devlet yeniden yapılanırken adalet, şeffaflık, liyakat, ehliyet, hakkaniyet, temel hak ve özgürlüklere saygı ve hukuk devleti gibi ilkeler yanında şeffaflık, etkinlik ve hesap verilebilirlik vb. gibi diğer kamu yönetimi ilkeleri de devlet ve idarenin yapılanmasında hâkim kılınmalıdır. Devletin yapılanmasında, temel hak ve özgürlükler, akıl, insanın manevi ve psikolojik gelişimi, neslin devamı ve korunması, girişim özgürlüğü ve mülkiyetin korunması, temel noktalar olarak kabul edilmeli; hukuken ve fiilen korunacak temel başlıklar olarak görülmelidir.Yıkıcı ve parazit faaliyetlerin özellikle güçlü bir iç ve dış istihbarat ile önlenmeye çalışılması; istihbaratın içinde tekel oluşturan yapılanmalara izin verilmemesi gerekir.Toplumun 15 Temmuz’u engelleyen halk iradesinin kolektif bir şuur olduğunu, o gece sokakları tutan, tankların üzerine tırmanan ve gövdelerini mermilere siper eden insanlar arasından ülkenin her renginden insan olduğunu (terörist gruplar hariç) unutmamak gerekiyor. O gece sokaklarda Ak Parti, MHP, BBP ve CHP’lilerin; İslamcı, Ülkücü, Nizamalemci, Solcu, Kemalist, Alevi-Sünni ve Farklı cemaat ve meşreplerden insanların yanyana direndiklerine şahidiz. 1980 öncesi tecrübesini hatırlayanların bu derecede şiddetli ve cansiperane bir direnişini ortaya koyduklarını söylemek gerekir. Her şeye rağmen, yeniden “Yenikapı Ruhu” ve hatta bunun ötesinde milletin ortak çıkarları için (ihanet şebekeleri hariç), bir toplum mutabakatı arayışına girmek gerekiyor. Bu mutabakatta hain şebekeler hariç, herkese “zeytin dalı” uzatılması, milletin devletin ve bütün bölgenin menfaati için gereklidir…