Schengen Bölgesi, 420 milyon insanı bağlayan ve Avrupa entegrasyonunun en önemli başarılarından biri olarak kabul edilen sınır kontrolsüz seyahat bölgesi olarak biliniyor. Ancak son gelişmeler bu yapının geleceği konusunda soru işaretleri oluşturuyor.
2015 yılındaki mülteci krizi, Schengen’in dokunulmaz olduğu algısını yıkarak birçok Avrupa ülkesini kısa vadeli önlemler almaya zorladı. Avusturya, Macaristan, Slovenya gibi ülkeler geçici sınır kontrollerini yeniden devreye sokarken, COVID-19 salgınıyla birlikte Schengen'e bir darbe daha indirildi. Salgın sonrası göçmen akışları yeniden arttı ve 2023 yılında 1,12 milyon sığınma başvurusuyla kriz derinleşti.
Almanya ve Macaristan’da Sınır Kontrolleri
Ağustos ayında Almanya'nın Solingen şehrinde yaşanan bir saldırı, göç tartışmalarını alevlendirdi. Almanya, artan göç akışını gerekçe göstererek sınır kontrollerini sıkılaştırma kararı aldı. Başbakan Olaf Scholz'un liderliğindeki hükümet, bu kararla Avrupa içinde tansiyonu yükseltti. Polonya Başbakanı Donald Tusk, bu kararı "Schengen Anlaşması'nın fiilen askıya alınması" olarak değerlendirerek tepki gösterdi.
Macaristan ise Avrupa Adalet Divanı tarafından verilen 200 milyon avroluk cezaya karşılık olarak, düzensiz göçmenleri Belçika'ya taşımakla tehdit etti. Bu, AB içinde bir üye devletin diğerine karşı ilk kez böyle bir göç stratejisi uygulayabileceği anlamına geliyor.
Şu anda sekiz Schengen ülkesi, iç sınırlarında kontrolleri yeniden devreye sokmuş durumda. Bu kontrollerin Schengen’in ruhuna aykırı olduğu savunulsa da, ülkeler güvenlik tehdidi gerekçesiyle bu uygulamaları sürdürmeye devam ediyor. Schengen Bölgesi’nin geleceği, siyasi irade ve göç sorunlarının nasıl yönetileceğine bağlı olarak şekillenecek gibi görünüyor.