Diriliş Postası Kenan Toprak/Analiz

Tarihsel unsurlar arasında yer alan ve günümüze kadar etkisi devam eden, özellikle İngilizlerin, sömürge bölgelerinde kendilerine bağlı yerel bir elit kitle oluşturmasıydı. “Siyah emperyalistler” olarak tanımlanan bu kitlenin de beyaz sömürgeciler gibi kendilerine ait yerleşim birimleri, sosyal yaşam tarzları ve ayrıcalıkları vardı. Yerel elit sınıfı, sömürgecilerden ayıran tek fark tenlerinin rengiydi. Bu kitleler sömürgeci yönetimler aracılığıyla ayrıcalıklı yaşam tarzına alıştırıldı ve böylece Afrika kıtasındaki mevcut siyasi, ekonomik ve sosyal krizin temeli atılmış oldu. Sömürge yıllarında misyonerler tarafından kurulan ve sıklıkla işletilen okullarda eğitim gören ve günümüzde de batılı eğitim kurumlarından mezun olan bu kesim kendisini Afrikalı halktan ayrı tutmaya devam ediyor.

Gelecekte bağımsız Afrika devletlerini yönetecek olan bu elit kesim, bağımsızlıktan önce sömürgeci yöneticiler tarafından prestijli idari pozisyonlara yükseltildi. Bu manipülatif bir girişimdi. Güç ve prestijin etkisiyle elit kesim Afrika ve Afrika halkının sürekli sömürülmesini kolaylaştıran bir mekanizmaya çekildi. Geçmişte ve günümüzde azınlık olan bu Afrikalı elit, yoksul çoğunluğun kaderini göz ardı ederken Afrika kaynaklarının sömürülmesinin devam etmesini sağladı.

BATILI ÜLKELER LİDERLERLE İTTİFAK HALİNDE

Bağımsız Afrika devletlerinin %20’sinden az bir kısmı bağımsızlık mücadelesini takiben devletleşirken, geri kalanı ise sömürge döneminde belirli yetkilere sahip olan Afrikalı seçkinlerin hakim olduğu devlet yönetimleri şeklinde gelişti. Böylelikle, ilk anayasalar ve yasal sistemler sömürge döneminden türetilerek, Afrikalı seçkin ailelerin ekonomik ve siyasi olarak hüküm sürmesini sağladı. Bağımsızlığa rağmen, Avrupa ülkeleri ve diğer Batılı ülkeler, ittifak halinde oldukları bu yönetici elit sınıf üzerinden, ülkelerin siyasetini, ekonomisini ve kültürünü çoğu zaman kontrol etmeyi başardı.

Bağımsızlık sonrası çoğu Afrika ülkesinde siyasi seçkinler, hükümeti bir güç ve kişisel zenginleştirme kaynağı olarak gördüler. Bu durum ekonomik, politik ve sosyal eşitsizliklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Daha önce sömürgeci devletlerle işbirliği yapmış olan Afrikalı seçkinler siyasi güç elde ettiklerinde, genellikle karar verme güçlerini baskıcı politikalar kullanarak hegemonyalarını pekiştirmeye çalıştılar.

Sonuç olarak, siyasi ve ekonomik gücün genellikle tekelleştirildiği etnik, dil, dini, ve kültürel kimlikler boyunca çıkar gruplarının örgütlendiği neo-patrimonyal sistem yaygınlaştı. Günümüzde çoğu Afrika ülkesinin karşılaştığı sosyo-ekonomik, yolsuzluk, ve yönetim sorunlarının kökeni, Batı’nın politik ve ekonomik stratejilerinin ön plana çıktığı kapitalist sistem içindeki tarihsel sömürü ilişkilerine ve neo-sömürgeciliğin etkisine dayanmaktadır.

UZUN SÜRE HÜKÜM SÜREN DEVLET BAŞKANLARI

Sahra Altı Afrika, dünyanın en uzun süredir hüküm süren devlet başkanlarının çoğuna ev sahipliği yapıyor. 1960’larda ve 1970’lerde bazı postkolonyal liderlerin birçoğu üç ya da daha fazla dönem iktidarda kalmayı başardı. Birçok lider “anayasa darbeleri” ile ülkelerinin anayasalarını ve cumhurbaşkanlığı görev süresini düzenleyen yasaları değiştirerek iktidarlarını güvence altına almayı çalıştı. Bu uygulama, birçok postkolonyal liderin anayasal dönem sınırlarının sonuna yaklaştığı 2000’den sonra daha sık görülmeye başlandı. Örneğin, Namibya’nın eski Cumhurbaşkanı Sam Nujoma 1998’de anayasayı değiştirerek üçüncü bir dönem için iktidarının devam etmesini sağladı. Diğer bir örnek, bağımsızlığından bu yana ilk birkaç yıl dışında Gnassingbe ailesi tarafından yönetilen Togo ülkesidir. 2002 yılında değiştirilen anayasa ile Togo’nun eski başkanı Gnassingbe Eyadema’nın süresiz olarak iktidarda kalmasının yolu açıldı. Şubat 2005’te Gnassingbé Eyadéma öldüğünde, aynı gün, oğlu Faure Gnassingbe yeni başkan ilan edildi ve Şubat 2020’de yapılan seçimleri kazanan Gnassingbe, cumhurbaşkanlığı görevini dördüncü dönem üstlenecek.

Bu tip liderlerin iktidarı ele geçirme aracı genellikle askeri darbeler olmuştur. Hem Togo’nun eski başkanı Gnassingbe Eyadema, hem de Uganda’da 36 yıldır iktidarda olan 75 yaşındaki Devlet Başkanı Yoweri Museveni başkanlığa darbe yoluyla geldiler. 54 Afrika kıtası ülkesinden sadece 14 ülke askeri darbe yaşamazken, kıtada 1960’lardan bu yana en az 200 başarılı veya başarısız darbe görüldü. Bu durum hiç şüphesiz rüşvet, yolsuzluk, istikrarsızlık, toplumsal kırılmalar ve ekonomik durgunluğa yol açmıştır.

NEDEN İKTİDARDA KALMAK İSTİYORLAR?

Afrika kıtasında kalkınmanın önündeki en büyük engeller arasında sömürge geçmişi dahil, kendileri, aileleri ve etnik gruplarına servet biriktirmek için hükümet aygıtlarını kullanan iktidarda bulunan seçkin aileler oluşturuyor. Afrika ülkelerinin çoğunda elit kesimde eşitsizlik hala normal karşılanıyor ve hakkında hiçbir şey yapılamayacağı bir şey olarak kabul ediliyor.

Bu siyasi elitlerin çoğu, Batı’nın güvenlik ve ekonomik çıkarlarını garanti altına aldıkları sürece siyasi sistemlerinin ne kadar demokratik olmadıklarına bakılmaksızın desteklenmektedir.

Bu azınlık grup, sömürge kalıntılarını ortadan kaldırmak yerine, lüksün kolay yaşam arayışı nedeniyle Afrika’ya en çok zarar veren grup olarak öne çıkıyor. Peki, Afrikalı seçkin aileler ve siyasi elitler neden halklarına karşı bu kadar duyarsız? Çünkü zengin yaşam tarzlarını kaybetmekten korkuyorlar. Halkın büyük çoğunluğu elektrik olmadan yaşarken, onlar klimalı evlerinden mahrum bırakılmaktan korkuyorlar. Halkın bir kısmı temiz içme suyuna erişmek için kirli akarsularına ihtiyaç duyduğunda, onlar havuzlarının suyla doldurulmamasından korkuyorlar. Gece kulüplerine gitmekten ve içki içmekten yoksun kalmaktan korkuyorlar. Özel jetlerine binmekten mahrum kalmaktan korkuyorlar. Petrol ve diğer doğal kaynaklardan elde edilen geliri yurtdışında kendi banka hesaplarına yatıramamaktan korkuyorlar. Londra, Dubai ve Washington’daki villalarına gidememekten korkuyorlar.

DEĞİŞİM MÜMKÜN

Afrika’daki birçok ülke kendilerini çok partili devletler olarak kabul etse de, fiilen tek partili devletler olmaya devam ediyor. Bunun en büyük nedeni, iktidarın yanlışlarına meydan okuyacak güçlü, organize bir muhalefetin olmamasından kaynaklanmaktadır. Ancak son yıllarda kıtada dinamikler değişiyor. Afrika’nın büyük genç nüfusu, yeni nesil liderlerin ortaya çıkışını etkilemek ve otoriter rejimlere karşı durma konusunda önemli fırsatlar sunuyor. Genç kuşağın daha eğitimli olması, küreselleşme ve medya yoluyla farklı fikirlere sahip olması kıtada değişikliğin devam edeceğini işaret ediyor.

Afrika halkları şeffaflık, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü ve hizmet sunumu da dahil olmak üzere liderlerinden daha fazla hesap verebilirlik talep ediyorlar. Bu güçlü ve derinleşen talebi göstermek amacıyla kıtada barışçıl kitlesel protestolar çoğalıyor. Örneğin, geçen hafta Mali’de yüz binlerce kişi ülkeyi kötü yönetmekle suçladığı Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita’nın istifası için barışçıl gösteriler düzenledi. Barışçıl gösterilerin artması ve halkın beklentisinin değişmesi hükümetler üzerinde sonuç verme baskısını artacaktır. Orta ve uzun vadede demokratik derinleşme süreci, yeni neslin meydan okumadaki başarısına dayanacaktır.

TÜRKİYE ÖRNEK OLDU

Sonuç olarak, korku duvarları kırıldı ve insanlar artık korkmuyor. Bundan dolayıdır ki, Afrika kıtası ülkelerini yoksulluktan zenginliğe değiştirecek kahraman başkanları bekliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” söylemi yerel ve uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesinde büyük bir ses olarak, mazlum halkların ve ülkelerin çıkarlarını birlikte savunmayı amaçlayarak büyük bir örnek teşkil etmektedir. Somali ve Libya bunun en somut örnekleridir.

Editör: Haber Merkezi