Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ufuk Necat Taşçı, ABD ve İsrail'in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile gelişen ilişkilerinin arka planını ve Doğu Akdeniz'deki jeopolitik hesaplarını analiz etti.

...

İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımının aralıksız devam ettiği, soykırımcı Binyamin Netanyahu Hükümeti’nin siyasi ömrünü uzatmak adına savaş ve kaosu bütün bölgeye yaymaya çalıştığı zorlu bir dönemden geçiyoruz. Her ne kadar süreç içerisinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden ve İsrail Başbakanı Netanyahu özelinde var olduğu iddia edilen çeşitli "gerilimler" görülse de, esasında ABD’de müesses nizamı teşkil eden anlayışta bir değişiklik olmadığını görüyoruz.

İkinci 'Trump dönemi': ABD'de yapısal değişim sinyalleri İkinci 'Trump dönemi': ABD'de yapısal değişim sinyalleri

İsrail’e yaptığı yardımlar sebebiyle tıpkı dünya genelinde olduğu gibi Orta Doğu toplumlarının da desteğini kaybeden ABD'nin İsrail’i hala desteklediğini görüyoruz. Bu soykırımın faili Netanyahu hükümetinin, süreç içerisinde direniş grupları, İran ve İran destekli gruplarla yaşadığı askeri gerilim, netice itibarıyla sadece ABD’nin İsrail’e desteğini değil, bölgeye tekrar askeri anlamda yerleşmesini de beraberinde getirdi.

ABD'NİN DOĞU AKDENİZ POLİTİKASININ ALTINDA NE YATIYOR?

"İsrail’i savunmak, caydırma ve diplomasi yoluyla gerginliğin azaltılması" amacıyla uzun menzilli savaş uçaklarını bölgeye sevk eden ABD, 30 Ekim’de ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Lideri Nikos Hristodulidis’i Beyaz Saray’da ağırladı. Yukarıda bahse konu gelişmeler ile arasında şüphesiz olarak ilişki bulunan bu buluşma, Kıbrıs’ın, hassaten Rum yönetiminin ABD açısından Doğu Akdeniz ve Gazze’ye yönelik soykırıma desteği namına önem teşkil ediyor.

2020’de, 1987’den beri Rum yönetimine uyguladığı silah satış kısıtlamasını kısmen esneten, 2021’de ise tamamen kaldıran ABD’nin, 18 Ağustos 2023’te, yani 7 Ekim’de Hamas tarafından başlatılan Aksa Tufanı Operasyonu’ndan çok önce Rum tarafına yönelik ambargoyu kaldırması samimi bir karar gibi görünmüyor. Şu anda ise İsrail’in İran ile yaşadığı gerginlik bahanesiyle ABD’nin bu süreci çok daha ileri bir aşamaya taşıyarak, Doğu Akdeniz’de nüfuzunu artırmak adına, "İsrail’in Güvenliği" retoriğine sığındığını ama esasen bölgeye askeri olarak yerleşme amacında olduğunu gözlemliyoruz. Yani ABD tarafı, gördüğü tepkilere, kaybettiği uluslararası topluma ve soykırım davalarına rağmen son gerilim sürecinde barışı sağlamak yerine Makyavelist bir eğilime girmiş gözüküyor.

ABD donanmasının 7 Ekim’den çok daha önce GKRY’ye başlayan "liman ziyaretlerinin" bugünkü hamlelerle arasındaki bağlantı kurulduğunda, ABD’nin hem soykırımın destekçisi, hem de daha ötesinde krizin en büyük fırsatçısı haline dönüştüğünü gözlemliyoruz. İsrail’in sözde güvenliği bahanesiyle gerçekleştirilen askeri ve siyasi bu tarz hamlelerin, Washington nezdinde bölgede askeri üstünlüğü tekrar sağlamak ve Doğu Akdeniz’deki dengeleri kendi lehine değiştirmek olduğunu görmek çok da zor değil.

Nitekim bu hamleleri, 72 senelik NATO müttefiki Türkiye’nin çıkarları aleyhine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) güvenliği hilafına yapacak kadar ileri gitmesi, ABD’nin bölgede kendi aleyhine giden dengeleri lehine çevirebilmek adına ne kadar ileri gidebileceğinin başka bir tarihi vesikasıdır. 2025 yılına kadar Rum yönetimine yönelik silah ambargosunu kaldıran ABD yönetiminin hamlelerini, Rum tarafında son dönemde Yahudilerin gittikçe artan limanları satın almaya yönelik girişimleri ile beraber okuduğumuzda, ABD’nin İsrail ile işbirliği içerisinde Türkiye’ye ve KKTC’ye karşı bir tutum içerisinde olduğunu anlıyoruz.

ABD ile GKRY arasında Eylül 2024’te imzalanan "İkili Savunma İşbirliği Yol Haritası" antlaşmasına yönelik olarak Türkiye’nin zamanında verdiği tepki de bunu doğrular nitelikte. Şu anda yaşanan soykırımı engellemek yerine, katliamdan kendisine siyasi, askeri ve ticari bir çıkar peyda etmeye çalışan ABD’nin, aslında İsrail ve İsrail’e Filistin dışından saldırılar düzenleyen bazı aktörlerle "danışıklı" bir dövüş içerisinde olduğunu söylemek dahi mümkün.

KANLI BİR JEOPOLİTİK HESAP

Yahudilerin İsrail’e gelecek malları Kıbrıs Rum Kesimi’nde satın almaları muhtemel limandan ülkenin güneyindeki Aşdod ya da Eilat limanlarından birine taşımayı mümkün kılacağı senaryo ise aslında çok daha eski tarihlere dayanıyor. İsrail’in 1960’lardan beri Süveyş Kanalı’na alternatif olarak sunduğu plana detaylı bakınca, aslında ABD ve İsrail’in, bölgedeki gizli müttefikleri ile beraber bu planı istikrarlı şekilde uyguladıkları görülüyor.

Bu plan sayesinde İsrail’in Avrupa, Güney Asya ve Okyanusya’yı deniz yolu ile bağlayarak ticari bir güzergah oluşturacağı, Gazze’den Doğu Akdeniz’e açılması planlanan Ben Gurion Kanalı planının aynı zamanda kanlı bir jeopolitik hesabı ticari ve siyasi çıkarlarla besleyeceği ön görülüyor. Şu anda ABD’nin, GKRY ile ilişkisini ilerletmeye çalışmasına, bu uğurda hakkaniyet, hukuk ve müttefiklerine karşı sadakatten vazgeçmesine sebep olan ana unsur da bu. Bu planın, yani Rum kesimi ile ilişkileri ilerletme stratejisinin içerisinde yer alan İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de hesaba katıldığında, ABD’nin amiyane tabirle "bir taşta birkaç kuş vurmaya" çalıştığını görmek çok da zor olmasa gerek.

Bu vesileyle İsrail’in ve faşist hükümetinin iç kamuoyunu tatmin eden, Yahudi lobisini kendi tarafında tutan ABD, Doğu Akdeniz ve yeni ticaret güzergahını askeri hamlelerle kontrol ederek Çin ve Rusya’ya, bölgeye karşı daha geniş ölçeğe yayılması kaçınılmaz olan bir stratejinin taşlarını Rum kesimi üzerinden döşüyor.

Sayın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Türkiye’nin öncülüğünde, onlarca ülkenin imzasıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) yapılan, İsrail’e silah satışını durdurmaya yönelik hamle ise aslında bu tezi destekliyor. Bu vesileyle aslında, ABD ve İsrail öncülüğündeki kanlı, ihtiraslı plana karşı Türkiye’nin önderliğinde küresel bir şuur oluşturuluyor.

[Dr. Ufuk Necat Taşçı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

Kaynak: AA